AVUKATLIK YASASI, AVUKATLIK STAJI VE MESLEK İÇİ EĞİTİM KONUSUNDA BİR KONUŞMA

AVUKATLIK YASASI, AVUKATLIK STAJI VE MESLEK İÇİ EĞİTİM KONUSUNDA BİR KONUŞMA
Editör: Konya Time
30 Mayıs 2020 - 15:04



“Türklerin eğitimde iki büyük kusuru var: Birincisi üniversiteyi yüksek lise sanıyorlar. İkincisi öğrenmeyi ezberlemek olarak biliyorlar. Araştırma zihniyeti ise çok zayıf.” 1939-Prof.Dr.Ernst Hirsch

ANILARIMDAN BİR SAYFA: AVUKATLIK YASASI, AVUKATLIK STAJI VE MESLEK İÇİ EĞİTİM KONUSUNDA BİR KONUŞMA –

Benim Ankara Barosu Başkanı olduğum dönemde, Eskişehir Barosu ile birlikte yapmayı planladığımız ‘Avukatlık Yasası, Avukatlık Stajı ve Meslek İçi Eğitim’ konulu Uluslararası Konferans’a katılmak üzere 30-31 Temmuz 2010 tarihlerinde Eskişehir’e gittik. Gerek o tarihlerde, gerekse halen avukat olarak, Barolar ve Barolar Birliği olarak üzerinde oturup düşünmemiz, tartışmamız, proje ve hatta projeler üretmemiz, çözüm getirmemiz gereken sorunların başında meslek içi eğitim, staj eğitimi ile bütün bunları ve gereksinim duyulan diğer değişiklikleri kapsayan Avukatlık Yasası gelmektedir.

Gerek bu konunun, gerekse başkaca konuların ve sorunların çözümünde başvuracağımız, yararlanacağımız en önemli, en değerli kaynak, çağdaşımız olan diğer ülkelerin mevzuatları, yani karşılaştırmalı hukuktur. Uluslararası nitelikte olmakla, gerek bu etkinlik, gerekse bu etkinliğe konuşmacı olarak katılan yabancı ülke Baro Başkan ve temsilcilerinin, kendi ülkelerindeki avukatlık mevzuatı ve uygulaması ile ilgili olarak verdikleri bilgiler bizim için son derece yararlı oldu.

O günden bugüne kadar geçen 10 yıla yakın zaman içinde, o konferansta sunulan tebliğlerde ifade edilen hususlardan yararlanmak suretiyle Avukatlık Yasamızda, avukatlık mesleğini ileriye taşıyacak hiçbir yasal düzenleme yapılmadı. Hiç ihtiyaç olmadığı halde, gerek fiziksel, gerekse nicelik ve nitelik yönünden yetersiz akademisyenlerle hiçbir işe yaramayan, yetkin öğrenci yetiştiremediği gibi bilimsel yönden de son derece zayıf ve yetersiz olan yüzlerce Hukuk Fakültesi açıldı.

Ve gele gele mevcut yasada değişliklik yapmayı hiç gerektirmeyen, esasen çarşaf liste uygulaması ile mevcut olan  “nisbi temsil” ve gerek barolara, gerekse avukatlık mesleğine ve ülkeye hiç bir yarar getirmeyecek ve hatta yaratacağı kaos nedeniyle zarar verecek, meslek örgütlerimizi zayıflatacak ve parçalayacak olan “çoklu baro” noktasına geldik.

Etkinliğin açılışında yaptığım konuşmada şunları söyledim:

(…)

Sizi Türkiye Barolar Birliği tüzel kişiliği, Birlik Yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarım adına, kendi adıma sevgi ve saygı ile selamlıyorum.

Avukat olarak, Barolar ve Barolar Birliği olarak üzerinde oturup düşünmemiz, tartışmamız, proje ve hatta projeler üretmemiz ve çözüm getirmemiz gereken sorunlarımızın başında meslek içi eğitim, staj eğitimi ile bütün bunları ve gereksinim duyulan diğer değişiklikleri kapsayan Avukatlık Yasası gelmektedir.

Kuşkusuz bu ve diğer başka sorunlarımızın çözümünde başvuracağımız, yararlanacağımız en önemli ve değerli kaynak uygar dünyanın diğer ülkelerinin mevzuatlarıdır, yani karşılaştırmalı hukuktur.

Uluslararası nitelikte olmakla bu etkinlik, bu etkinliğe konuşmacı olarak katılan yabancı ülke Barolarının temsilcilerinin, Başkanlarının kendi ülkelerindeki Avukatlık mevzuatı ve uygulaması ile ilgili olarak verecekleri bilgiler bizim bu konularda yapacağımız çalışmalara katkı yapacak, bütün bu konularda bize fikir verecektir.

O nedenle ve öncelikle Eskişehir ve Ankara Barolarının Değerli Başkanlarına, Yönetim Kurulu Üyelerine bu etkinliği düzenledikleri için, harcadıkları emek için, tüm konuşmacılara bizlere verecekleri değerli bilgiler için içtenlikle teşekkür ediyorum.

Hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra avukatlık mesleğine girişin ve kabulün ön koşulu olan Avukatlık Stajı ile ilgili ülkemiz pozitif hukukunda yer alan düzenlemelerin ve uygulamaların gereksinimi karşılamaktan uzak olduğu olgusu hepimizin bildiği ve eleştiri konusu yaptığı bir husustur.

Bu bağlamda işaret etmek gerekir ki, Ankara, İstanbul, İzmir gibi insan ve avukat malzemesinin zenginliğinin yanı sıra parasal ve fiziksel olanakları da iyi durumda olan Barolarımızın dışında kalan Barolar, Barolarında staj yapan gençlerimize parasal olanaklarının kısıtlı, fiziksel koşullarının çok fazla yeterli olmaması nedeniyle iyi ve kaliteli staj yapma olanağı sağlayamamaktadır.

Bu gerçek karşısında yapılması gereken Türkiye Barolar Birliği’nin kendi olanaklarını seferber ederek belirlenecek uygun bölgelerde staj eğitim merkezleri açması, Ankara’da, Ankara Barosu’nun desteğiyle sıkıştırılmış veya yoğunlaştırılmış staj eğitim programları düzenlemesidir.

Türkiye Barolar Birliği’nin halen sahip olduğu olanaklar göz önüne alındığında, Ankara’da ve Ankara Barosu’nun desteğiyle sıkıştırılmış veya yoğunlaştırılmış staj eğitim programlarının kısa bir süre içerisinde düzenlenmesi mümkündür ve esasen Barolar Birliği bu projenin mümkün olan en kısa süre içerisinde uygulamaya konulması üzerinde çalışmaktadır.

Takdir edileceği üzere Türkiye Barolar Birliği’nin kendi olanaklarını seferber etmek suretiyle belirlenecek uygun bölgelerde staj eğitim merkezleri açması kısa vadeli değil, orta ve hatta uzun vadeli bir projedir. Bununla birlikte yapılması gereken şey bu orta veya uzun vadeyi kısaltmak için hemen işe koyulmaktır. Barolar Birliği olarak bu konu üzerinde yoğunlaşacağımızı ve çok kısa bir süre içerisinde bu projenin gerçekleşmesi yönünde önemli adımlar atacağımızı belirtmek isterim.

Bu projelerin gerçekleşmesi yönünde atılan somut adıma örnek olarak Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu tarafından Barolar Birliği nezdinde Staj Eğitim Kurulu kurulması kararı verildiğini belirtmek isterim.

“Türklerin eğitimde iki büyük kusuru var: Birincisi üniversiteyi yüksek lise sanıyorlar. İkincisi öğrenmeyi ezberlemek olarak biliyorlar. Araştırma zihniyeti ise çok zayıf.” Bu sözler, Büyük Atatürk’ün sağlığında başlayıp 1950’li yıllara kadar Ankara ve İstanbul Hukuk Fakültelerinde hocalık yapan ve döneminde yetişen pek çok değerli yargıç, avukat ve savcı üzerinde emeği bulunan Prof.Dr.Ernst Hirsch’e ait. Hirsch bu sözleri 1939’da toplanan ilk Maarif Şurası’nda söylüyor. Hirsch’in bu tespiti, öğrenme, öğretme ve bilim zihniyeti konusunda 1939’dan 2010’a kadar yerimizde saydığımızı gösteriyor.

Öyle ki günümüz Türkiye’sinde sadece hukuk fakülteleri öğretimi değil, ilk/orta/lise öğretimi de kimlik bunalımı ve zaaf içindedir. Orta/lise öğretim ve eğitimi süresince, tümevarımcı Sokratik bir eğitim ve öğrenim programı yerine, tamamen ezbere dayalı bir programdan geçen ve yanı sıra test üzerine kurulu üniversite giriş sınavlarına göre eğitilen gençler, üniversite öğrenimleri süresince de, orta ve lise öğreniminden çok farklı bir eğitim ve öğrenim programına tabi tutulmamaktadır. O nedenle, günümüzün üniversite öğrencileri, gerek öğrenimleri boyunca, gerekse üniversiteden mezun olduktan ve mesleklerini icra etmeye başladıktan sonra “daha zayıf yazmakta ve daha kötü konuşmaktadırlar.”

Yine hukuk fakülteleri programlarında yer alan gerek klasik, gerekse yeni ve değişik disiplinler, günümüzde hala büyük sınıflarda veya amfilerde, ‘takrir/hocanın hitabeti’ yöntemi ile ve tamamen ezbere dayalı bir modelle öğrencilere sunulmakta, sınavlar da bu modele uygun biçimde yapılmaktadır.

Bu durumda, soruna önce ilk/orta/lise öğreniminden başlanılarak yaklaşılması, bu öğretim ve eğitim süreçlerinin yanı sıra üniversite eğitimi ve öğretiminin ezbere dayalı modelden arındırılması, tartışmalı, analitik, tümevarımcı Sokratik eğitim ve öğretim modeline göre programlanması gerekir.

Özellikle hukuk fakültelerinde halen uygulanmakta olan az yukarıda çerçevesini çizdiğim model terk edilmeli, bunun yerine küçük sınıflarda, öğrencilerin müzakere ve dava becerilerini, mütalaa verme tekniklerini geliştirmeye elverişli, tartışmalı, katılımlı, seminerli, tümevarımcı Sokratik yöntem ile bunu destekleyen ve tamamlayan kurgusal duruşma, mahkeme örneksemesi gibi yarışmaları kapsayan bir eğitim ve öğretim modeli ikame edilmek suretiyle rekabetçi bir ortam yaratılmalıdır.

Türkiye’deki ilk, orta, lise ve üniversite eğitim ve öğretimini düzenlemek ve ıslah etmek kuşkusuz bizim görevimiz değil. Ben bunları sadece bir tespit yapmak amacıyla ve Barolar olarak, Barolar Birliği olarak bizim sorumluluğumuz altında olan staj eğitimini nasıl düzenlememiz gerektiği hususunda bir fikir beyan etmek amacıyla ve biraz da bu konuda tartışma yaratmak üzere ifade ettim.

Bu noktadan devam eder isek, herhalde en önce staj eğitim modelinin hukuk fakültesinde edinilen teorik bilgilerin pratikte nasıl kullanılacağı, yani uygulama becerisinin geliştirilmesi üzerine inşa edilmesi, mesleki formasyonun edinilmesi için de meslek etiği üzerine odaklanması gerektiğini söylememiz gerekir.

Yine benim kendi deneyimlerime göre, şimdilerde bir yıl olan staj süresinin yirmi dört aya çıkarılması, bu sürenin ilk altı ayının Baroların Staj Eğitim Merkezinde, ikinci altı ayının mahkemelerde temel eğitim biçiminde, üçüncü altı ayının kişisel gelişim ve son altı ayının da avukat yanında staj olarak planlanması gerekir.

Türkiye Barolar Birliği’nin, Ankara Barosu, İstanbul Barosu başta olmak üzere neredeyse tüm Baroların karşı koymalarına, yargıçlık ve savcılık mesleklerine sınavla kabul yapılmasına rağmen, avukatlık sınavının kaldırılmış olması, ne yazık ki yanlış ve avukatlık mesleğinin aleyhine olmuştur. Sadece avukatlık mesleğinin aleyhine olmamış, aynı zamanda anne babaların, öğrencilerin ve iş sahiplerinin de aleyhine olmuştur. Zira avukatlık mesleğine sınavla kabul sistemi, hem öğrencileri kalitesiz, niteliksiz, yetersiz hukuk fakültelerinden ve hem de yurttaşları, yani iş sahiplerini kalitesiz, niteliksiz, yetersiz avukatlardan koruma amacına yönelik olmakla, bir güvence ve kalite ölçme sistemidir. Sınavın kaldırılması ile bu ölçme aracı yok edilmiştir.

O nedenle Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararı ile açılan avukatlık sınavı yolunun değerlendirilmesi ve avukatlık sınavının getirilmesi gerekir. Bu çerçevede Türkiye Barolar Birliği’nin bu yöndeki çalışmalarının devam ettiğini özellikle belirtmek isterim.

Birlik görüşü olarak kabul edilmemesini özellikle belirterek bu konudaki kendi görüşümü belirtmem gerekir ise: Bana göre avukatlık sınavının iki aşamalı olarak yapılması, bu bağlamda fakülteden mezun olduktan sonra staja kabul için birinci sınav, staj bitiminde ise mesleğe kabul için ikinci sınav olarak ve yine hem yazılı ve hem de sözlü biçimde yapılması gerekir.

Avukatlık mesleğinin kamusal niteliği, yargının üç temel ayağından birisinin savunma mesleği olduğu göz önüne alınarak, stajın finansmanına devletin katkı yapması, baroların ve Türkiye Barolar Birliği’nin mali desteğinin yanı sıra popülist söylem ve yaklaşımlardan vazgeçilerek stajyerlerden de kayıt ücreti alınması gerekir.

Avukatlık mesleğinin kalitesiyle ilgili olarak üzerinde düşünmemiz ve çalışmamız gereken diğer konulardan birisi uzmanlık, bir diğeri ise meslek içi eğitimdir.

Gerek kıta Avrupa’sında, gerekse dünya genelinde avukatların uzmanlaşması ve mesleki içi eğitimleri hususunda yeknesak bir uygulama yoktur. Bu bağlamda kimi ülkelerde uzmanlık ve uzmanlığın yanı sıra avukatlar için sürekli eğitim, yani meslek içi eğitim uygulaması ve standartları mevcut iken, kimi ülkelerde mevcut değildir.

Kanımca uzmanlık modeli ülkemiz koşullarına uygun değildir. Meslek içi eğitim ise bir zorunluluktur. O nedenle avukatlık mesleğinin kalitesini artırmak ve meslektaşlarımızı özellikle özel hukukun yeni disiplinleri üzerinde bilgilendirmek, yetkinleştirmek, öğrenmenin yaşam boyu devam edeceği, etmesi gerektiği anlayışı üzerine kurulu olan mesleki eğitimin ve öğrenimin sürekliliğinin sağlanabilmesi ve bilginin zinde kalabilmesi için meslek içi eğitimi bir model olarak yapılandırmamız gerekir.

Ankara Barosu’nda başkan olarak görev yaptığım altı yıla yakın süre içerisinde ve ücretli olarak düzenlediğimiz meslek içi eğitim niteliğindeki sertifika programlarının verdiği deneyim ve geri beslemeler çerçevesinde özellikle ifade etmek isterim ki; Bilişim Hukuku, Enerji Hukuku, Rekabet Hukuku, Sağlık Hukuku, Spor Hukuku, Kamu İhale Hukuku, Tüketici Hukuku, Aktüerya üzerine düzenlenen sertifikalı eğitim programları büyük ilgi görmesinin yanı sıra çok da başarılı olmuştur.

Yine Türkiye Barolar Birliği’nin ülkemizin değişik Barolarında başarıyla düzenlediği meslek içi eğitim programlarının da çok yararlı olduğunu, bu uygulamanın Birlik bünyesinde yeni oluşturulan Meslek İçi Eğitim Kurulu tarafından önümüzdeki süreçte de geliştirilerek, yaygınlaştırılarak, çeşitlendirilerek uygulanacağını özellikle belirtmek isterim.

Bütün bu nedenlerle meslek içi eğitimin Avukatlık Yasası’nda yapılacak değişiklik ile zorunlu hale getirilmesinin, bu mümkün olmadığı takdirde her Baronun Türkiye Barolar Birliği’nin desteğiyle ve ihtiyari olarak meslek içi eğitim programı düzenlemesinin yararlı olacağı kanısındayım.

Özel olarak ifade etmeme gerek yok diyerek başlayacağım, zira yeni bir Avukatlık Yasası’na gereksinimiz olduğu hususunda, Barolarımız arasında, Barolarımızla Birliğimiz arasında, avukat meslektaşlarımız arasında tam bir mutabakat var. Avukatlık Yasamızda en son yapılan değişiklikten bu yana geçen dokuz yıla yakın süre içerisinde gerek ülke düzeyinde, gerekse dünya ölçeğinde oluşan gelişmelere ve yine mevcut yasadaki aksayan ve eksikliği duyulan hususların zamanla birlikte ortaya çıkmasına ve kendisini dayatmasına bağlı olarak yeni bir Avukatlık Yasası’na gereksinmemiz olduğu çok açık.

Değişikliğe gereksinim duyulan kurumların en başında gelen staj, sınav, uzmanlık, meslek içi eğitim gibi kurumlara konuşmamın buraya kadar olan kısmında değindim. Bu kurumların dışında gereksinim duyulan bir diğer kurum mesleki sorumluluk sigortasıdır. Bugün kimi meslektaşlarımız ve Barolarımız tarafından ihtiyari olarak yaptırılan mesleki sorumluluk sigortası sistemini zorunlu ve mesleğe kabul koşulu haline getirmemiz gerekir. Bu sistem sadece avukat meslektaşlarımızı üstlendikleri riske karşı korumayacak, aynı zamanda iş sahiplerine de güvence sağlayacak ve yine “mal practice” sabıkası, yani meslek kusuru sabıkası yüksek olan avukatların sigorta şirketleri tarafından giderek sigortalanmamasına veya sigorta primlerinin yüksek olmasına bağlı olarak avukatlık mesleğine de zaman içinde kalite getirecektir.

Mevcut Avukatlık Yasamızın gereksinim olmasına rağmen rağbet görmeyen, bu bağlamda işlemeyen kurumlarından birisi de “avukatlık ortaklığı” modelidir. Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten günümüze kadar geçen süre zarfında kurulan avukatlık ortaklıklarının sayısının azlığı da bu tespitimizi doğrulamaktadır. O nedenle bu kurumu, yerli avukat ve avukatlık ortaklıklarının, Avukatlık Yasası’nın 44/B maddesine göre Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı avukatlık ortaklıklarıyla rekabet etmelerine imkân verecek tarzda yeni baştan ele alıp düzenlememiz gerekir.

Yine Avukatlık Yasamızda düzenlenmesi gereken kurumlardan birisi bir başka avukatın yanında ücretli olarak çalışan avukatlardır. Zira ve hepimizin bildiği üzere bu statüde çalışan meslektaşlarımızın emeği istihdam eden konumundaki bir kısım avukatlar tarafından ne yazık ki büyük ölçüde istismar edilmektedir. O nedenle Avukatlık Yasasında yapılacak bir düzenleme ile bu konumdaki meslektaşlarımızın haklarının korunması ve güvence altına alınması gerekir.

Avukatlık Yasasında Baro Yönetim Kurulları ile Disiplin, Denetleme Kurulları ve Türkiye Barolar Birliği Delegeleri için iki yıl olarak düzenlenen görev sürelerinin dört yıla çıkarılması gerekir. Zira ve özellikle Yönetim Kurulu’nun iki yıllık görev süresinin ilk iki üç ayının Baroyu ve Baronun işleyişini tanımakla, son üç beş ayının da Baro seçimlerinin getirdiği dalgalanma ile geçtiğini göz önüne aldığımızda, geriye kalan yaklaşık bir yıllık süre hizmet etmek için son derece kısadır. Bu sakınca dışında bir diğer sakınca da Baroların her iki yılda bir seçim havasına girmesi, özellikle seçimi bir rekabet olarak değil de, husumet olarak algılayanların yaşadığı ve yaşattığı kırgınlıklar nedeniyle Baro içi barışın bozulması, mesleki dayanışmanın zaafa uğramasıdır.

Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür eder, saygılar sunarım.





URL

YORUMLAR

  • 0 Yorum