İDARİ İŞLEMLERDE HAKLI BEKLENTİ KAVRAMI VE UYGULAMASI

İDARİ İŞLEMLERDE HAKLI BEKLENTİ KAVRAMI VE UYGULAMASI
Editör: Konya Time
07 Mart 2020 - 12:47



GİRİŞ

Türk hukukunda haklı beklenti kavramı 1980 yılların ikinci yarısından sonra gelişme göstermiştir.[1]

Türk hukukunda haklı beklentilerin korunması ilkesinin gerek öğretide gerekse uygulamada bağımsız bir kurum olarak gelişme göstermekte başarılı olamadığını söyleyebiliriz. Haklı beklenti kavramı daha çok kazanılmış hak kurumu içerisinde ele alınmış ve bu kurumun özelliklerine göre değerlendirilmiştir.

Başka bir söylemle, haklı beklenti kavramı daha çok kazanılmış hak kurumu ile ilişkilendirilerek ele alınmış ve hukuk devleti ilkesi kapsamında değerlendirmeye tabi tutulmuştur.[2]

Hukukumuzda kazanılmış hak kurumunun haklı beklenti kavramına göre daha açık ve anlaşılabilir bir şekilde tanımlandığını ve haklı beklenti kavramının bu tanımlama çerçevesinde değerlendirildiğini söylemek mümkündür.

KAZANILMIŞ HAK KAVRAMI

Kazanılmış hak kavramını, doğumu anında hukuka uygun olarak tamamlanmış ve böylece kişiye özgü lehte sonuçlar doğurmuş, daha sonra mevzuat değişikliği veya işlemin geri alınması gibi sebeplerin varlığına karşın hukuk düzenince korunması gereken hak olarak tanımlamak mümkündür.[3]

"Kazanılmış hakların korunması ilkesi" ile olarak gerek öğretide ve gerekse uygulamada bir görüş birliğinin varlığından söz edilemez.[4]

Kazanılmış hakların korunması ilkesi kavramı, hukuk kurallarındaki değişikliklerin, bu kurallar getirilmeden önceki mevzuat hükümlerine göre tamamlanmış hukuki ilişki ve işlemleri etkilemeyeceği, bu işlemlerden bir edinimi olan kişilerin bu edinimlerinin yeni hukuk kuralları öne sürülerek ortadan kaldırılamayacağı halleri işaret etmektedir.

Peki bu durum yargı kararları ile yaratılabilir mi?

Örneğin; İdari yargı mercilerinin iptal kararlarının, geriye yürüyerek işlemi tesis edildiği andan itibaren ortadan kaldırmasına karşılık kazanılmış hakların korunması ilkesini ihlal etmediğine dair görüşler bulunmaktadır.[5]

Burada iptal kararının gösterdiği etkiyi kanun yolları aşamasında verilecek bozma vb. kararların da göstereceği ve kişilerin yargı kararlarıyla bir kazanım sahibi olmalarının kesinleşen nihai kararda haklı çıkmaları ile mümkün olacağı kuşku ile karşılanmaması gereken bir durumdur.

Danıştay bir kararında, davacının dava dosyasına ibraz ettiği bazı yargı kararlarında, yargı kararlarının sonradan kanun yolları aşamasında bozulması halinde, bozulan kararın etkisiyle bir statüye girmişlerse bu durumun "kazanılmış hak" olarak değerlendirilmesi gerektiği ifadelerine yer verildiği görülmekle birlikte, bazıları oyçokluğuyla verilen ve istikrar kazanmamış bu kararların isabetli olmadığı kanaatine ulaşıldığını belirtmiştir.[6]

KAZANILMIŞ HAKLARA SAYGI İLKESİ

Kazanılmış haklara saygı ilkesi, hukukun genel ilkelerinden birisi olarak kabul edilmektedir.

Kazanılmış hak kavramı, özel hukuk ve kamu hukuku alanlarında genel olarak, bir hak sağlamaya elverişli nesnel yasa kurallarının bireylere uygulanması ile onlar için doğan öznel hakkın korunması olarak tanımlanabilir.

Kazanılmış hakkın söz konusu olabilmesi için bu hakkın, yeni yasadan önce yürürlükte olan kurallara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması gerekir. Kazanılmış hak, kişinin bulunduğu statüden doğan, kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel niteliğe dönüşmüş hak olarak karşımıza çıkmaktadır.[7]

NORMLAR HİYERARŞİSİ

Normlar hiyerarşisi kavramı, hukuk normlarının derece ve kuvvet açısından sıralamaya tabi tutulması halini ifade etmektedir. Bir hukuk sisteminde yer alan normların çokluğu normlar arasındaki ilişki açısından normların yukarıdan aşağıya doğru sıralanmasını zorunlu hale getirmektedir. Bu sıralama çoğu kez bir piramide benzetilerek yapılmaktadır. Piramit, başta anayasa olmak üzere, kanun, KHK, tüzük, yönetmelik ve adsız düzenleyici işlemlerden oluşan birden çok normun varlığını içermektedir.

Bu normlar farklı sıralarda yer alır ve bu nedenle normlar arasında altlık ve üstlük ilişkisi vardır. Her bir sıradaki norm geçerliliğini bir üst hukuk normundan almaktadır.

Normlar hiyerarşisinde, Anayasalar ülkelerin temel hukuki metinleridir. Anayasa’ya istinaden kanunlar, kanun hükmünde kararnameler, tüzükler, yönetmelikler ve benzeri isimler altında hukuki metinler çıkarılması söz konusu olmaktadır.[8]

Örneğin; Anayasamızın 124. Maddesi gereğince Cumhurbaşkanı, bakanlıklar ve kamu tüzelkişilerinin, kendi görev alanlarını ilgilendiren Kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelik çıkarabilmesi mümkündür.

Anayasamızın bu hükmü ve normlar hiyerarşisi bağlamında, bir yasa hükmüne dayalı olarak hazırlanan yönetmelikler ile yasa hükümlerine açıklık getirilmesi ve yasa hükümlerinin uygulamaya geçirilmesi amaçlanmaktadır.

Nitekim kanun koyucu tarafından idareye tanınan düzenleme yetkisinin başta kamu yararı olmak üzere hizmet gerekleri, hukuk devleti, hukuk güvenliği ve kazanılmış haklara riayet ilkelerine uygun olarak kullanılması gerekmektedir.[9]

Bu nedenle normlar hiyerarşisi ile kazanılmış hakların korunması ve buna bağlı olarak haklı beklenti tarzındaki taleplerin korunması arasında yakın bir ilişki bulunduğu söylenebilir.

HUKUK GÜVENLİĞİ İLKESİ

Anayasa'nın 2. maddesinde yer verilen Hukuk Devletinin korumakla yükümlü olduğu evrensel ilkelerden biri de hukuk güvenliği ilkesidir.

Hukuk güvenliği ilkesi şu unsurlara sahiptir:[10]

1) Hukuk güvenliği ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını temin eder.

2) Hukuk güvenliği ilkesi, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini sağlar.

3) Hukuk güvenliği ilkesi, devletin de gerçekleştirdiği yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılmaktadır.

Hukuki güvenlik ilkesi, kural olarak kanunların geriye yürütülmemesini de kapsar.

Kanunların geriye yürümezliği ilkesi uyarınca kanunlar, kazanılmış hak, kamu düzeni, kamu yararı ve mali haklarda iyileştirme gibi ayrıksı durumlar dışında kural olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar.

Kanunların geriye yürümezliği ilkesi, bir hukuki eylem veya davranışın, bir hukuki ilişkinin gerçekleştiği dönemdeki kanun hükümlerine tabi kalmakta devam edeceğini ifade etmektedir. Yürürlüğe giren kanunların geçmişe etkili olmaması, hukukun temel ilkelerindendir.[11]

HAKLI BEKLENTİ

Haklı beklenti kavramı, yönetimin ister bir taahhüt isterse uzun süren bir uygulamasına güvenerek olsun, bireylerin çıkarlarına lehlerine olan bir sonuca ulaşabileceklerini ümit etmeleri hali olarak tanımlanabilir.

Hukuk güvenliği ilkesinin bir uzantısı olan haklı (meşru) beklenti kavramı, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklenti olarak tanımlanabilir.[12]

Bu nedenle temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir.[13]

Anayasa Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği üzere, bir beklentinin hukuken koruma görebilmesinin ön koşullarından biri beklentinin haklı (meşru) beklenti seviyesine ulaşmasıdır.

Öğretide, beklentinin meşruluğunun tespiti ile ilgili olarak; böyle bir güvencenin yalnızca belirli bir yol izlendiğinde tanınacağını bilmekte ya da bilmesi gerekmekteyse ve kendisi de bu usul yerine diğer bir usulü izlemişse bu güvenceden yararlanamayacağı ve buna bağlı olarak da haklı beklenti halinin ortaya çıkmayacağı yönünde görüşler ileri sürülmektedir.[14]

Yukarıda ifade edilen açıklamalarımızın ışığında; mahkemelerin adalet ve hakkaniyetin aksine, ilgilinin lâyık olmadığı (hak etmediği) ve korunması yersiz olacak çıkarları haklı beklenti uğruna korumayacaklarını ifade edebiliriz.[15]

Örneğin Ailenin korunması, Anayasa ile tanınmış sosyal bir haktır ve kamu hizmetinin daha verimli yerine getirilmesi bakımından, kamu görevlileri için daha da önem taşır.[16]

Bu nedenle, Danıştay; davacının yer değiştirme isteminin Devletin aile birliğinin sağlanması yönündeki görevi de göz önünde tutularak, haklı beklentiler ilkesi içerisinde idarece değerlendirilmesi gerekeceğini bir kararında dile getirmiştir.[17]

Danıştay bu kararında şu hususları dikkate almıştır: [18]

1) Kamu hizmetinin olağan işleyişi içinde umulabilecek bir durum vardır ve kamu görevlilerinin böylesine haklı beklentiler içinde olması hizmetin gereğidir.

2) Dava konusu olaydaki aile birliğinin sağlanması amacıyla tayin talebinin kabul edilmesi yönündeki beklenti de makul bir beklentidir.

3) Yönetim, yönetim olmaktan kaynaklanan gücünü ve olanaklarını bu kişisel konumda kullanarak makul beklentiyi karşılayabilir.

4) Kamu görevlilerinin haklı beklentilerinin korunması, ancak kişisel kararlarda, yönetimin takdir yetkisinin kullanma alanlarında söz konusudur.

5) Baskın kamu yararı olmadığı durumlarda, kamu görevlilerinin haklı beklentilerinin zedelenmemesi gerekir.

İDARELERİN DÜZENLEYİCİ İŞLEMLER YAPABİLME YETKİSİ AÇISINDAN HAKLI BEKLENTİ KURUMUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ

İdarelerin düzenleyici işlemler yapabilme yetkisi Anayasa'nın 124 maddesine dayanan anayasal bir yetkidir. Bu nedenle idareler tarafından mevzuatla verilen görevlerin yerine getirilmesi amacıyla düzenleyici işlemler yapılabilmesi mümkündür.

Ancak, bu düzenlemeler yapılırken, Anayasa'da yer alan hukuk devleti ilkesi uyarınca, kazanılmış hak, haklı beklenti, idari faaliyetlerin belirliliği ve hukuki güven ilkesi gibi ilkelerin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir.[19]

Bu nedenle idarelerin düzenleyici işlemlerinin kaldırılmaları ve değiştirmeleri de her zaman mümkün olduğunu, kural olarak düzenleyici işlemlerin kazanılmış hak yaratmayacağını ifade edebiliriz.

Kazanılmış hak, kişinin içinde bulunduğu statüden doğan, kendisi yönünden kesinleşmiş, bütün sonuçlarıyla elde edilmiş, kişisel niteliğe dönüşmüş ve somut bir hale gelmiş haklar için söz konusu olmaktadır.

Haklı beklenti ise, kesinlik güvencesine sahip kazanılmış hak kavramından farklı olup, kişinin yürürlükte bulunan hukuk kurallarına güvenerek bir hakkı elde edeceğine duyduğu inançtan kaynaklanmaktadır.

İdareler de özellikle, düzenleyici işlemlerinde yaptıkları değişikliklerde geçiş hükümlerine de yer vermek suretiyle bu haklı beklentileri korumaya yönelik olarak hareket etmektedir.

Örneğin; davalı idarenin, Kanunla kendisine verilen yetkiye istinaden yükseköğretim programlarındaki kadrolara yapılacak atamalarda daha nitelikli öğretim görevlisi istihdamı sağlanarak eğitim ve öğretimin kalitesinin artırılmasına yönelik düzenleme yapabilmesi mümkündür.

Yine bu kapsamda, öğretim görevlilerinin özellikte akademik kariyer için düzenlenmiş "tezli yüksek lisans" programı mezunları arasından seçilmesine ilişkin kurallar getirebilmesi yine olanaklıdır.

Ancak yapacağı düzenleme ile kişilerin hukuk düzenine duyduğu güvene dayanarak ileri sürdükleri haklı beklentilerinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

Danıştay bir kararında, yürütmesinin durdurulması istenen olayda; öğretim görevlisi kadrolarına atanacak olanlarda "en az tezli” yüksek lisans mezunu olma şartının aranmasının daha önce yürürlükte bulunan kurallara göre eğitim hayatına ve akademik kariyerine devam edenlerin veya yürürlükteki şartlara göre akademik çalışma hayatına başlamış kişilerin başka bir kadroya başvurabilme konusundaki haklı beklentilerini ihlal edebileceğini, anılan Yönetmelikle bu durumdaki kişilere yönelik geçiş hükümlerine de yer verilmediği göz önüne alındığında dava konusu hükümde yer alan "en az tezli" ibaresinde hukuka uyarlık bulunmadığına hükmetmiştir.[20]

İdare tarafından yapılacak düzenlemelerde gözetilecek ilkeler

İdare tarafından yapılacak düzenlemelerde eşitlik ilkesi, kazanılmış hak ilkesi ve haklı beklenti ilkesi gibi idare hukuku ilkelerini göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

Örneğin: idarenin, Avrupa Birliği müzakereleri ve ülkemizde karayolları trafiği alanında yaşanan olumsuz durumları göz önünde bulundurarak kaliteli ve nitelikli motorlu taşıt sürücüsü yetiştirilmesi amacıyla gerekli düzenlemeleri yapma ve karar alma konusunda yetkisi bulunmaktadır. Bu düzenlemelerin yapılması sırasında yukarıda belirtilen ilkelerin de ayrıca gözetilmesi ve bu ilkelerin korunmasına özen gösterilmesi gerekmektedir.

Hukuk devleti kavramı

Anayasanın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devleti olarak tanımlanmaktadır. Bu yasal düzenlemede geçen “hukuk devleti” kavramının bazı özelliklere sahip olduğunu ifade etmeliyiz.

Hukuk devletinin sahip olması gereken özellikler şunlardır:[21]

1) Hukuk devletinin eylem ve işlemleri hukuka uygun olmalıdır.

2) Hukuk devleti insan haklarına dayanır. Bu haklar korunur ve gözetilir.

3) Hukuk devleti temel hak ve özgürlükleri koruyup güçlendirir.

4) Hukuk devleti, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdürür.

5) Hukuk devleti Anayasa 'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınır.

6) Hukuk devleti, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılar.

7) Hukuk devleti, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açıktır.

Yukarıda belirtilen özelliklere sahip olan devlet, hukuk devleti olarak tanımlanmaktadır.

Hukuk güvenliği ilkesinin özellikleri

Hukuk Devleti'nin belki de en önemli unsurlarından biri de hukuk güvenliği ilkesine sahip olmasıdır. Başka bir söylemle, "güvenin korunması ilkesi" gereği, ilgilinin hukuki durumunun süreceğine olan güveni dolayısıyla hayal kırıklığına uğratılmaması gerekir.

Güvenin korunması, her zaman mevcut bir hukuki durumun gözetilmesi anlamında olmasa da her düzenleme değişikliğinde idarenin göz önünde bulundurması gereken bir konudur.

Hukuk güvenliği, Hukuk Devleti'nin önemli bir unsurudur ve sadece hukuk düzeninin değil, aynı zamanda belirli sınırlar içinde, bütün Devlet davranışlarının, az çok, önceden öngörülebilir olması manalarını taşımaktadır.

Hukuki güvenlik sadece bireylerin devlet faaliyetlerine duyduğu güven değil, aynı zamanda yürürlükteki mevzuatın süreceğine duyulan güveni de içermektedir. Bu aşamada özellikle haklı beklenti içinde olan öznelerin de korunması gerekliliği gündeme gelmektedir.

Gerek yargı kararları, gerek öğretideki ortak tanımlamalara göre "haklı beklenti" kavramı; idarenin ister bir taahhüt, isterse uzun süren bir uygulamasına güvenerek olsun, bireylerin çıkarlarına veya lehlerine olan bir sonuca ulaşabileceklerini ümit etmeleri hali olarak tanımlanmaktadır.[22]

İdarenin yapmış olduğu yeni düzenlemelerin şu özelliklere sahip olması gerekir:[23]

1) Yeni düzenleme hukuki istikrarı bozmamalıdır.

2) Yeni düzenleme hakların kullanılmasını zorlaştırmamalıdır.

3) Yeni düzenleme, doğmuş olan hakların hiçe sayılması anlamına gelecek şekilde tasarlanmamalıdır.

Haklı beklentinin korunması açısından üç temel özellik dikkate alınmalıdır. Bu özellikler şunlardır:[24]

1) Haklı beklenti, idarenin takdir yetkisini kullandığı alanlarda söz konusudur.

2) Kamu yararının ağır bastığı hallerde haklı beklentiden söz edilemez.

3) İdarenin eşitlik ve adalet ilkesine aykırı uygulamaları yönetilenler açısından haklı beklenti yaratmaz.

Buraya kadar olan açıklamalarımıza uygulamadan bir örnek vermek faydalı olacaktır..

Danıştay bir kararında, idare tarafından dava konusu değişiklikten önceki dönemde gerekli eğitimleri tamamlayarak direksiyon eğitimi dersi sınav sorumlusu belgesi almasına rağmen getirilen yeni Yönetmelik uyarınca Bakanlık personeli olmayan ve bu nedenle direksiyon eğitimi dersi sınavı uygulama ve değerlendirme komisyonunda görev alma şansı kalmayan kişiler açısından geçiş düzenlemesi yapılmamasının haklı beklenti ve eşitlik ilkesine aykırı bir düzenleme olduğu kanısına ulaşarak, dava konusu Yönetmeliğin 31. maddesindeki ilgili kısmı yönünden hukuka aykırılık olduğuna hükmetmiştir.[25]

Danıştay başka bir kararında ise; idare tarafından eski Yönetmelik döneminde en az bir yıl görev almış kişiler ile yeni yönetmeliğin yayım tarihi itibariyle halen görevde bulunan kişilerin özlük hakları korunmak suretiyle bir geçiş hükmü getirilmiş iken, eski Yönetmelik döneminde eğitim personeli olabilecekken, getirilen yeni Yönetmelik uyarınca eğitim personeli olarak çalışma şansı kalmayan henüz çalışmaya başlamamış ve fakat idarenin açtığı kursları tamamlayarak sertifika almış kişilerin geçiş hükmü kapsamına alınmamasının haklı beklenti ve eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle Geçici 1. maddenin iptaline karar vermiştir.[26]

Yukarıda vermiş olduğumuz iki örnek olayda Danıştay şu hususa vurgu yapmaktadır: İdarenin düzenleyici işlemleri yaparken, haklı beklenti içinde olan kişileri geçiş hükmü kapsamına almaması haklı beklenti ve eşitlik ilkesine aykırı olacaktır.

HUKUK DEVLETİ İLKESİ BAĞLAMINDA HAKLI BEKLENTİ KAVRAMININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Hukuk devleti kavramı, Anayasa'mızın 2. Maddesinde tanımlanmıştır.

Bu tanıma göre hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.

Hukuk devleti ilkesi gereği, kanunların hukuk güvenliğini sağlaması, bu doğrultuda geleceğe yönelik, öngörülebilir kurallar içermesi gerekmektedir.

Kanunların geriye yürümezliği ilkesi

Bu yüzden, hukuk devletinde güven ve istikrarın korunabilmesi için kural olarak kanunlar, yürürlüğe girdikleri tarihten sonraki olaylara uygulanırlar.

Kanunların geriye yürümezliği ilkesinde şu hususlar gözetilmelidir: Öncelikle kanunların kamu yararı ve kamu düzeninin gereği, kazanılmış hakların korunması, mali haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar dışında ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılmaktadır.

Yürürlüğe giren kanunların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olmaması hukukun genel ilkelerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kazanılmış haklara saygı gösterilmesi, hukuk devleti ilkesinin temel gereklerinden biridir.

Özellikle kazanılmış haklara saygı gösterilmesi, hukuk güvenliği ilkesinin bir sonucudur ve hatta hukukun genel ilkelerinden biri olduğu da söylenebilir.

Kazanılmış hak, özel hukuk ve kamu hukuku alanlarında genel olarak, bir hak sağlamaya elverişli nesnel yasa kurallarının kişilere uygulanması ile onlar için doğan öznel hakkın korunması anlamına gelmektedir.

Kazanılmış bir haktan söz edilebilmesi için bu hakkın şu özelliklere sahip olması gerekir:[27]

1) Hakkın veya statünün yeni kanundan önce yürürlükte olan kurallara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması gerekir.

2) Kazanılmış hak, kişinin bulunduğu statüden doğar.

3) Kazanılmış hak kişinin kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel niteliğe dönüşmüş haktır.

Kural olarak kişisel hak haline dönüşmemiş, belli koşulların gerçekleşmesine bağlı olarak ileride elde edilmesi olası beklenen haklar, kazanılmış hak olarak korunmaz.

Burada haklı meşru kavramına da değinmek faydalı olacaktır.

Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir iddianın doğurduğu bir durumu ifade etmektedir. Bu anlamda meşru beklenti, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına dayanmalıdır. Belirtmiş olduğumuz özelliklere sahip olan meşru beklentinin ayrıca yeterli somutluğa sahip olması gerekir. Bu paragrafta belirtilen özelliklere sahip olan bir beklenti meşru beklenti olarak tanımlanmaktadır.[28]

Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ise, özünde "varlık" olarak kabul görebilecek bir şahsi menfaatin, ulusal mahkemelerin yerleşmiş içtihadı gibi yalnızca ulusal hukukta yeterli bir temeli olması hâlinde haklı (meşru) haklı beklenti kavramına dahil olabileceğini düşünmektedir.[29]

ANAYASA MAHKEMESİ VE DANIŞTAY KARARLARI IŞIĞINDA HAKLI BEKLENTİ KAVRAMININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Anayasa mahkemesi, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespitinin, mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olduğunu, bu tanımanın, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapıldığını bazı kararlarında dile getirmektedir.[30]

Anayasa mahkemesi haklı beklenti kavramına ilişkin uygulamaları ölçülülük ilkesi çerçevesinde de değerlendirmektedir.

Ölçülülük ilkesi üç alt ilkeden oluşmaktadır:[31]

1) Elverişlilik: Elverişlilik, öngörülen müdahalenin, ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını ifade eder.

2) Gereklilik: Gereklilik ölçütü, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını işaret etmektedir.

3) Orantılılık: Orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir.

Nitekim Anayasa Mahkemesi, iptali istenen yönetmeliğin dayanağı olan 3201 sayılı Emniyet Teşkilat Kanunu'nun 6638 sayılı Kanun'un 23. maddesiyle eklenen Ek 1. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan "...öğrenimine devam edenler dahil..." ibaresinin Anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla açılan davada, öğrencilerin memuriyet hakkını kazanılmış bir hak olarak elde etmedikleri, zira bunların henüz memuriyete atanmadıkları ve memuriyetin bunlar yönünden bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş kişisel bir hakka dönüşmediği, kanun koyucunun, Anayasa’da öngörülen kurallar çerçevesinde diğer alanlarda olduğu gibi kamu görevine giriş koşullarıyla ilgili olarak da kamu yararı amacıyla bazı değişiklikler yapabileceği, bu değişikliklerin kişilerin beklentilerini etkileyebileceği, kişilerin meşru beklentileri aleyhine bir düzenleme yapılmasının söz konusu olmadığından kuralın kişilerin çalışma hürriyeti ve haklarına yönelik hukuki güvenliklerini ihlal eden bir yönü bulunmadığı ve anılan düzenlemenin emniyet hizmetlerinin daha iyi işlemesi amacıyla yapıldığından Anayasaya aykırı olmadığı gerekçesiyle iptal talebinin reddine karar vermiştir.[32]

Burada dikkat edilmesi gereken husus hukuk güvenliği ilkesinin şartlarının yerine getirilip getirilmediği hususudur.

Yukarıdaki bölümlerde de işaret edildiği üzere hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biri olan hukuk güvenliği ilkesi şu hususları güvenceye bağlamaktadır:

1) Hukuk güvenliği ilkesi gereği hukuk normlarının öngörülebilir olmalıdır.

2) Hukuk güvenliği ilkesi bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini sağlamalıdır.

3) Hukuk güvenliği ilkesi gereği, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınması gerekir.

Yasalara güvenerek yaşamlarına yön veren, hukuki iş ve işlemlere girişen kişilerin, bu kanunların uygulanmasına devam edileceği yolunda oluşan beklentisinin mümkün olduğunca korunması gerekir. Bu şekildeki bir uygulama hukuki güvenlik ilkesinin gereği olarak karşımıza çıkmaktadır.

Belirtmek gerekir ki; güvenin korunması, mevcut bir hukuki durumun dokunulmazlığı anlamında da değerlendirilmemesi gerekir. Hukuki güvenliğin mevcut bir hukuki durum için dokunulmazlık şeklinde yorumlanması, dinamik toplum yapısının sabit yasalarla statik, durağan hâle getirilmesi neticesine neden olacaktır. Bu durumda da toplumun gelişmesi söz konusu olmayacaktır.

Anayasa’da öngörülen kurallar çerçevesinde diğer alanlarda olduğu gibi kamu görevine giriş koşullarıyla ilgili olarak da kamu yararı amacıyla bazı değişiklikler yapabileceği ve bu değişiklikler kişilerin beklentilerini etkileyebileceği haller gündeme gelebilir.

Haklı beklentinin hukuki açıdan korunması için bazı şartların oluşması gerekmektedir. Haklı beklentinin korunabilme şartları şunlardır

Birinci şart: Beklentinin haklı (meşru) beklenti seviyesine ulaşmış olması gerekir.

Öncelikle bir beklentinin hukuki açıdan korunabilmesi için ön koşullarından biri olarak beklentinin haklı (meşru) beklenti seviyesine ulaşmış olması gerekir.

İkinci şart: Öngörülemez bir değişiklik yapılması gerekir.

Haklı beklenti, bireyin kendisine güvenerek hareket ettiği lehine olan bir kanunda öngörülemez bir değişiklik yapılması halinde söz konusu olabilir.

Üçüncü şart: Öngörülemez değişikliğin objektif olarak beklentiyi sonuçsuz bırakması gerekir.

Yasal düzenlemede yapılan öngörülemez değişikliğin herkes yönünden objektif olarak beklenebilecek bir beklentiyi sonuçsuz bırakması halinde haklı beklenti varlığı tartışma konusu yapılmalıdır.

Yukarıda belirtilen şartların birlikte gerçekleşmesi durumunda haklı beklenti kavramı gündeme gelecektir.

Beklentinin korunmasına engel teşkil eden bir kamu yararının da bulunmaması şartı

Belirtmek gerekir ki, bir beklentinin hukuken korunabilmesi için anılan koşulların gerçekleşmesi yeterli görülmemektedir. Bu şartlar dışında ayrıca beklentinin korunmasına engel teşkil eden bir kamu yararının da bulunmaması gerekir.

Kişi yararıyla kamu yararının karşı karşıya geldiği durumlar

Bu yönüyle anayasa yargısında kişi yararıyla kamu yararının karşı karşıya geldiği hallerde ancak önemli bir kamu yararının bulunmadığı durumlarda haklı beklentinin korunması kabul edilebilmektedir. Bunun dışındaki bir uygulama, yasa koyucunun kamu yararını gerçekleştirmek üzere değişen koşulara göre yeni politikalar belirlemesi olanağını önemli ölçüde zedeleyebilecektir.

Örneğin; ölçülülük ilkesinde belirtilen orantılılık uyarınca bu koşulun adayların yeterliliklerini tespit etmek amacıyla düzenlendiği, kamu hizmetinin etkin ve verimli bir şekilde işleyebilmesini sağlamak üzere kamu görevine alınacak kişilerin yeterliliklerini tespit etmek amacıyla sınav aracına başvurulmasının anılan amaca ulaşılması yönünden uygun bir araç olduğu ifade edilebilir.

Danıştay bir kararında, dosyada bulunan dava konusu işlemin dayanağı olan sözlü sınav komisyonu başkanı ve üyelerince verilmiş puanlara ilişkin tutanak ve sınav sonuçlarına ilişkin tüm bilgi ve belgelerin incelenmesinden, sözlü sınavın nesnel olarak yapıldığı ve yargısal denetim için aranan bütün koşulları sağladığını, davacının girdiği sözlü sınavda başarısız sayılmasına ilişkin işlemde de hukuka aykırılık bulunmadığına hükmetmiştir.[33]

Danıştay bir başka kararında, davacının atanmak istediği kadro için açılan yazılı ve sözlü sınavlardan başarılı olarak atanmaya hak kazandığı ve hatta atama işlemleri başlatılarak davacıya ilişkin atama kararnamesi düzenlendiği, ancak, sonrasında atamanın gerçekleşmediği olayla ilgili olarak davacının haklı beklenti içinde bulunduğunu, bu durumda, kültür ve tanıtma ataşesi olarak atanma şartlarının tamamını sağlayan davacının atanma talebinin, hukuken kabul edilebilir bir nedene dayanmaksızın reddine ilişkin işlemde hukuka uyarlık; anılan işlemin iptali ve işlem nedeniyle yoksun kaldığı mali ve özlük hakların ödenmesi istemiyle açtığı davanın reddi yolunda verilen Mahkeme kararında ise hukuki isabet görülmediğine hükmetmiştir.[34]

Anayasa Mahkemesi bir kararında; daire başkanı kadrolarının idareci(yönetici) kadroları olduğunu, idarenin bu kadrolara bir kere atadığı kişileri meslek hayatları boyunca bu kadrolarda çalıştırma zorunluluğunun bulunmayacağını, bu kadrolara atanan kişiler yönünden, bulundukları statülerden doğan, tahakkuk etmiş, kendileri yönünden kesinleşmiş ve kişisel alacak niteliğine dönüşmüş haklardan yahut bu durumun devam edeceği yönündeki haklı beklentiden söz edilemeyeceğini, kamu yararı ve hizmetin gerekleri dikkate alınarak bu kişilerin idarecilik görevlerine son verilmesi durumunda kariyer meslek kadrolarından gelenlerin kendi kadrolarına atanmalarının mümkün olduğunu, bunun kazanılmış hakları veya genel olarak hukuk güvenliği ilkesini ihlal eden bir yönünün bulunmadığını ifade etmiştir.[35]

Hukuki güvenlik, sadece bireylerin devlet faaliyetlerine duyduğu güven değil, aynı zamanda yürürlükteki mevzuatın süreceğine duyulan güveni de bünyesinde barındırmaktadır.

Bundan başka, yargı kararlarındaki tanımlamalara göre "haklı beklenti"nin, idarenin ister bir taahhüt, isterse uzun bir uygulamasına güvenerek olsun, bireylerin çıkarları ya da lehlerine olan bir sonuca ulaşabileceklerini ve edinebileceklerini ümit etmelerini ifade etmektedir.

Bu ilkeler doğrultusunda, örneğin; idare ile hizmet sözleşmesinin imzalandığı tarih itibarıyla sözleşmesinin yenilenmesi için yeterli düzeyde puan alan davacının, sözleşme tarihi itibarıyla hazırlığını yaptığı sınavın yabancı dil yeterliliği bakımından denkliği yönündeki uygulamanın devam edeceği yönünde haklı beklentisinin bulunduğu, davacının katıldığı yabancı dil sınavının eşdeğerliliğinin ÖSYM tarafından değiştirilmiş olması nedeniyle aleyhine sonuç doğuracak şekilde hizmet sözleşmesinin yenilenmeyerek görevine son verilemeyeceği gözetilmelidir.[36]

Danıştay bir başka kararında, davalı idarenin kamu hizmetinin gerekleri doğrultusunda personelin görev yerini değiştirme konusunda kanunen sahip olduğu takdir yetkisini üst düzey kamu hizmetinin önem ve özelliğine uygun olarak kullandığı ve davacıyı kadro derecesi değişmeden 657 sayılı Kanun'un 76. maddesinde yer verilen düzenlemeye uygun bir kadroya atadığı dikkate alındığında, davacının Daire Başkanlığı görevinden alınarak kurum içi Araştırmacı kadrosuna atanmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık işlemin iptali yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görmemiştir.[37]

Danıştay, bireylerin bir kusurunun bulunmaması ve bu nedenle belli bir hukuki durumun oluşması karşısında süreç devam ederken koşulların değiştirilmesini haklı beklenti kavramı çerçevesinde değerlendirmektedir.

Nitekim Danıştay bir kararında; lisans başvurusunun henüz sonuçlandırılmamış olması durumunda lisans belgesi verilmesi öncesindeki süreçte yürürlüğe giren bazı yeni düzenleyici işlemlerin başvuru sahiplerine ek yükümlülükler getirmesi halinde bu ek yükümlülüklerin de ilgililer tarafından yerine getirilmesi gerekeceği doğal ise de, dava konusu olayda, davacı şirketin üzerine düşen tüm yükümlülükleri yerine getirmiş olması, lisans başvurusunun sonuçlandırılmamasında davacı şirkete atfedilecek bir kusurun bulunmaması ve bu nedenle belli bir hukuki durumun oluşması karşısında, süreç devam ederken davacı şirket lehine oluşan tüm hukuki durumu ve bu durumdan kaynaklanan haklı beklentiyi tamamen ortadan kaldıracak şekilde tesis edilen dava konusu işlemde idari istikrar ve idareye güven ilkeleri bakımından hukuka uyarlık bulunmadığına hükmetmiştir.[38]

Danıştay bir kararında, görevde yükselme sınavına tabi olmayan yönetici kadrolarına atama konusunda idarenin geniş bir tercih ve takdir hakkı bulunduğunu, idarenin, bu yetkisini belirli bir kişi lehine kullanmaya yargı kararı ile zorlanamayacağı gibi önemli bir sorumluluk gerektiren üst düzey yönetici kadrolara atadığı kişileri, gelişen ve değişen kamu hizmeti anlayışı çerçevesinde değiştirme konusunda da geniş bir takdir hakkının olduğunu ifade etemiştir.

Danıştay bu kararında; davacı hakkında tesis edilen işlemin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak, takdir yetkisi sınırları içinde tesis edildiği, Hazine Uzmanı iken atamaya yetkili makamın takdiri ile Daire Başkanı olan davacının bu görevinden alınarak tekrar Hazine Uzmanı olarak atanmasına ilişkin işlemde hizmet gereklerine ve hukuka aykırılık bulunmadığına hükmetmiştir.[39]

Mülkiyet hakkı açısından haklı beklenti kavramının değerlendirilmesi

Mülkiyet hakkı, Anayasa’mızın 35. maddesinde temel hak olarak güvence altına alınmıştır.

"Mülkiyet hakkı", kişiye, başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uygun olmak şartıyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf etme olanağı veren bir hak olarak tanımlanabilir.

Anayasa’ya göre bu hakka ancak kamu yararı olması halinde ve ancak kanunla sınırlama getirilebilmektedir.

Mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü malvarlığı haklarını kapsamaktadır.

İktisadi bir değer veya icrası mümkün bir “alacak” iddiasını elde etmeye yönelik meşru bir beklenti, Anayasa’nın mülkiyet hakkı güvencesinden faydalanabilir.

Ülkemiz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne taraf olup bu sözleşme gereğince imzalanan ek protokolleri de imzalayarak bu protokollerdeki hakları da güvence altına alacağını taahhüt etmiştir.

Ek 1 Nolu protokolde mülkiyet hakkı ile ilgili düzenlemeler getirilmiş olup AİHM'in yerleşik içtihatlarında da "alacak hakkı" mülkiyet hakkı olarak değerlendirilmektedir.[40]

Danıştay bir kararında, herhangi bir süreye bağlı olmaksızın Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından haksız yere tahsil edildiği anlaşılan ücretlerin tamamının idareye başvuru tarihi olan 05.02.2015 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle geri ödenmesi gerektiği, öte yandan özel hukuktan kaynaklanan borç ilişkilerini genel olarak düzenleyen Borçlar Kanunu'nun, zamanaşımına ilişkin hükümlerinin ise, kamu kurum ve kuruluşları ile kişiler arasındaki ilişkilerden doğan ihtilaflarda kıyas yoluyla uygulanmasının hukuken mümkün olmadığı sonucuna varıldığını belirtmiştir.[41]

SONUÇ

Türk Hukukunda usuli ve maddi haklı beklentiler şeklinde bir sınıflandırma söz konusu değildir. Türk hukukunda daha çok kazanılmış hak ve haklı beklenti kavramları çerçevesinde bir ayrımın yapıldığını söylemek mümkündür.[42]

Gerek öğretide ve gerekse uygulamada, kazanılmış hak ve haklı beklenti kavramları arasında fark gözetilmektedir.

Gerek yargı kararları, gerek öğretideki ortak tanımlamalara göre "haklı beklenti" kavramı; idarenin ister bir taahhüt, isterse uzun süren bir uygulamasına güvenerek olsun, bireylerin çıkarlarına veya lehlerine olan bir sonuca ulaşabileceklerini ümit etmeleri hali olarak tanımlanmaktadır.[43]

Kazanılmış hak kavramı ise, doğumu anında hukuka uygun olarak tamamlanmış ve böylece kişiye özgü lehte sonuçlar doğurmuş, daha sonra mevzuat değişikliği veya işlemin geri alınması gibi sebeplerin varlığına karşın hukuk düzenince korunması gereken hak olarak ifade edilmektedir.[44]

Türk hukuku uygulamasında haklı beklenti kavramı daha çok kazanılmış hak kavramı ile ilişkilendirilmek suretiyle değerlendirmeye tabi tutulmaktadır.

Ayrıca haklı beklentinin kaynağı, idarenin bir taahhüdüne veya uzun süren bir uygulamasına bağlanmaktadır. Türk idare hukukunda, genel olarak yasalardan ve düzenleyici işlemlerden haklı beklentinin kaynaklanabileceği hususu kabul görmektedir.[45]

Danıştay uygulamasında, haklı beklenti tartışmalarının yasalardan ziyade idarenin düzenleyici işlemlerinden kaynaklandığı gözlenmektedir.[46] Nitekim bu konuya ilişkin kararlar yukarıdaki bölümlerde zikredilmiştir.

Türk hukukunda haklı beklentilerin korunması açısından idari yargıda üç tür dava açılabilmesi mümkündür. Haklı beklentilere dair haklar, bu üç tür dava yoluyla koruma altına alınmıştır. Haklı beklentilere dair olarak ilgililer, iptal davası, tam yargı davası ve idari sözleşmelerden doğan bir dava açabilirler.

Ancak haklı beklentiyi karşılamayan idari işlemin idari yargı tarafından iptal edilmesi halinin haklı beklentilerin korunacağı en iyi yol olduğunu ifade edebiliriz.

(Bu köşe yazısı, sayın Dr. Suat ÇALIŞKAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-----------------------------------

[1] Türk hukukunda haklı beklenti kavramının ilk kez 1986 yılında bir çeviride incelendiği görülmüştür. Esin Örücü tarafından, C.F. Forsyth’un “The Provenance and Protection of Legitimate Expectations” isimli makale Türkçeye “Haklı Beklentilerin Doğuşu ve Korunması” olarak çevrilmiştir. Bkz.; SAYGIN, Engin; Haklı Beklentilerin Korunması İlkesine Yönelik Türk Ve İngiliz İdare Hukuku Yaklaşımı Üzerine Karşılaştırmalı Bir Analiz, TBB Dergisi 2016 (126), ss. 211-234, s. 215.





URL

YORUMLAR

  • 0 Yorum