Tüm modern yargılamaların amacı maddi gerçeğin ortaya çıkarılıp adil kararlar verilmesidir. İlk zamanlarda krallarda, hükümdarlarda, yöneticilerde olan karar verme hakkı daha sonraları hâkimlere verilmiş, onların da son merci olmalarındaki sakıncalar nedeniyle verilen bu kararlara karşı temyiz incelemesi isteme hakkı getirilmiş, bunun sonrasında da bu uygulamanın bile adil sonuçlara ulaşmada isteneni ve arzulananı sağlamadığı görüldüğünden temyiz yolundan önce ilk yargılamadan sonra ikinci bir yargılama yolu olan istinaf kanun yolu kabul edilmiştir. Adil olmayan kararlar verilmesi konusundaki hassasiyet nedeniyle bu sefer ülkemiz bakımından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargı yetkisi kabul edilmiş ve nihayetinde de Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu açılarak adil kararlara ulaşma yolunda önemli çabalar içine girilmiştir.
Şunu da hemen belirtelim ki; ilk kararı verenden son merci kabul edilen kurumlara kadar yargı yetkisini kullanan herkes en doğru, en adil kararın kendisi tarafından verildiğini iddia etmekte ve buna inanmaktadır. Gel gör ki, işin gerçeği hiç de gösterilmeye çalışıldığı gibi değildir.
Yargı yerlerinin verdikleri kararlarda gerek yanılma gerekse normları değişik biçimde yorumlama sonucu olarak doğan ve olağan sayılması gereken yasaya ve hukuka aykırılıkların giderilmesini sağlamak amacıyla bazı yöntemlerin konulması yoluna gidilmiştir. Bir yargı yerinin verdiği kararda aykırılık olduğu savı ile ortaya çıkan uyuşmazlığın çözümlenmek üzere yargı önüne getirilmesi “kanun yolu”na başvurmadır. Kanun yoluna başvuru hakkı (itiraz, istinaf, temyiz, AİHM, AYM) adil yargılanma hakkının kapsamı içerisinde kabul edilmektedir.[1]
İstinaf kanun yolu incelemesi
İstinaf incelemesinde ilk derece mahkemesinin hükümleri hem maddi yönden hem de hukuki yönden denetlenir. Temyizde ise hükmün hukuka aykırı olma nedenine bakılır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır (CMK, m.288/1, 2). Bazı istisna haller saklı kalmak koşuluyla (CMK, 289) temyizde yargılama veya daha doğru bir ifadeyle inceleme gerekçeye bağlı olarak yapılır. İstinafta ise yargılama istinaf talep gerekçesine bağlı kalınmaksızın incelenir. Mahkeme hükmü her yönüyle inceleyerek karar verir. En azından böyle olması arzulanır.
Halen yürürlükte olan Yargıtay Kanununun 15/3.maddesi gereğince Yargıtay Ceza Genel Kurulunun görevleri arasında ilk derece mahkemesi olarak Yargıtay ilgili ceza dairelerince verilen hükümlerin temyiz yoluyla incelemesini yapmak da bulunmaktadır.
Bununla beraber 20 Temmuz 2016 tarihinde bölge adliye mahkemeleri göreve başlamış ve böylece temyiz incelemesinden önce bir kısım kararlar için ikinci bir yargılama yolu olan istinaf kanun yolu uygulamaya konmuştur.
İlk derece mahkemesi olarak Yargıtay’ın yargılama yapması
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 272.maddesi “İlk derece mahkemelerinden verilen hükümlere karşı istinaf yoluna başvurulabilir.” hükmünü içermektedir.
Yargıtay ilgili ceza dairesinin bazı istisnai durumlarda ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapıp verdiği kararların da daha üst bir mahkemede istinaf incelemesinden geçmesi gerekir. Nitekim Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 285. maddesinde de “Kanunlarda temyiz edilebileceği veya haklarında Yargıtay’a başvurulabileceği belirtilmiş olup da bölge adliye mahkemelerinin görev alanına giren dava ve işlere ilişkin ilk derece mahkemelerinin karar ve hükümlerine karşı istinaf yoluna başvurulur.” şeklindeki düzenleme de bize istinaf kanun yolu hakkının bulunduğunu göstermektedir. Bu düzenlemeye göre; “bölge adliye mahkemesinin görev alanına giren ve ilk derece mahkemelerinin karar ve hükümlerine” ibaresi ilk derece mahkemesinin görev alanına giren dava ve işler için istinaf kanun yolunun bulunduğunu söylemektedir. Güncel bir örnek üzerinden gidersek; TCK’nin 314.maddesindeki suç, ilk derece mahkemesinin görev alanına giren bir suç olup istinaf kanun yolu açık olan bir düzenlemedir. Peki, ilk derece mahkemesinin görev alanına giren bu suç ile ilgili yargılamanın Yargıtay'da yapılması halinde istinaf kanun yolu hakkı yargılanan kişiye bağlı olarak elinden alınacak mıdır? Veyahut bu hak ona verilmeyecek mi?
Eğer Yargıtay Ceza Dairelerinin ilk derece mahkemesi olarak baktığı davalarda istinaf kanun yolunun kapalı olduğu düşünülüyorsa istinafın tüm yönleri ile düzenlendiği CMK’nın 272-285.maddelerinde bunun gösterilmesi gerekiyordu. Ceza Muhakemesinde asıl olan kanun yolu artık istinaf kanun yoludur. Bunun tek istisnası yani doğrudan temyiz yoluna gidilebilecek karar, 6706 sayılı Kanunun 18/4.maddesindeki düzenlemedir. Bununla ilgili düzenleme de CMK ’nun 285.maddesinde yapılmıştır.[2] Yargıtay Kanunu’nun 15/3.maddesinde Ceza Genel Kurulunun görevleri arasında gösterilen ve 08.03.2018 tarihinde yürürlüğe giren “İlk derece mahkemesi olarak ilgili dairelerce verilen hükümlerin temyiz yoluyla incelemesini yapmak,” hükmü, 08.02.1983 tarihinden beri yürürlükte olan hükmün kısaltılarak değiştirilmiş halidir.[3] Yani istinaf incelemesini kabul eden CMK’nın yürürlüğe girmesinden sonra getirilen yeni bir düzenleme değildir. Zaten bu düzenlemenin de istinaf incelemesine bir istisna olarak getirildiği de söylenmiyor.
İstisnaen görevli sayılan mahkemelerin uygulamalarına bakacak olursak 4787 sayılı Kanunun 2/2 ve 6769 sayılı Kanunun 156.maddesi bize yol gösterici hükümler içermektedir.
Aile Mahkemelerinin kuruluşunu düzenleyen 4787 sayılı kanunun 2/2.maddesine göre; “Aile mahkemesi kurulamayan yerlerde bu Kanun kapsamına giren dava ve işlere, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenen Asliye Hukuk Mahkemesince bakılır.” hükmü mevcuttur. Bu hükümden hareketle Asliye Hukuk Mahkemeleri, aile mahkemesi işleri kapsamındaki davalara baktıklarında aynen Yargıtay ilgili Ceza Dairesinin gerekçeli karar başlığına “ilk derece” ibaresini yazdığı gibi kararlarının başlığına "aile mahkemesi sıfatıyla” baktıklarını yazmaktadırlar. Prosedür ise 4787 sayılı Kanunda öngörülen hükümlere göre yapılmaktadır. Yani uyuşmazlık aile mahkemesinin görev alanında ise, istisnai olarak o davaya bakan Asliye hukuk mahkemesi esas kanundaki usul ve esas hükümlerini uygulamak zorundadır.
Yine 6769 sayılı sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 156.maddesine göre; “fikri ve sınai haklar ceza mahkemesi kurulmamış olan yerlerde bu mahkemenin görev alanına giren dava ve işlere, o yerdeki asliye ceza mahkemesince bakılır.” Burada da asliye ceza mahkemesi “fikri ve sınai haklar ceza mahkemesi” sıfatıyla yargılamayı yapar ve bağlı olduğu yargılama prosedürü 5846 sayılı Kanunun 71-75 ve Sınai Mülkiyet Kanununun 156.maddesinde gösterilen kurallara tabidir.
Yargıtay ilgili ceza dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla yaptığı yargılamalar da bu uygulamalar benzeridir. Böylece ilk derece yargılaması yapan dairenin kararlarına karşı istinaf kanun yolu bir hak olarak durmaktadır. Yargıtay ceza dairesinin yargılamada tabi olduğu usul istinaf hükümlerini de içine alan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’dur.
Yeni delil toplayabilmesi, maddi ve hukuki denetim yapması, delillerle temas edebilmesi nedenlerinden dolayı istinaf incelemesinin bireyler açısından bir güvencedir.[4]
Asıl olan hukukta hak arama yollarının açılması ve çoğaltılmasıdır. Kanunun düzenlemelerindeki muğlaklıklara dayanılarak hak ve adaletin ortaya çıkmasındaki engellere sığınmak, verilen hakkı kullandırmamak kimseye fayda vermez. Bu hakkın kullandırılmaması, olmadığı anlamına gelmez. Anayasanın kanun önünde eşitlik ilkesi bu hakkın kullandırılmasını gerektirir.
Unutulmamalı ki; hukukun üstünlüğü ve koruyuculuğu ilkesi, kuşkunun var olduğu hallerde haktan yararlanma hal ve yeteneğini genişletmeyle gerçekleşir.
“İnsanı adaletli yapan devletin yasaları değildir, bunun tam aksi geçerlidir. İnsan yasaları adaletli hale getirir.” (Thoreau)
İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 7 nolu protokolünün kabulü sonrası
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 7 nolu Protokol’ün 2.maddesi, cezai konularda iki dereceli yargılama hakkı verilmesini öngörmektedir. Türkiye Cumhuriyeti bu protokolü 14 Mart 1985 tarihinde imzalamış, protokol 1 Kasım 1988 tarihinde yürürlüğe girmesine rağmen Türkiye Cumhuriyeti iki dereceli yargılamayı uygulamaya koyamadığı için onayı uygun bulma Kanununu çıkaramamıştır. Ta ki, 2016 yılı 20 Temmuz itibariyle iki dereceli yargılamayı faaliyete geçirecek olduğunu ilan ettikten sonra, mahkemeler faaliyete başlamadan 10 Mart 2016 tarih ve 6684 sayılı "Sözleşmeye Ek 7 nolu Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” la[5] bu sözleşme 31 yıl sonra geçerli hale gelmiş ve böylece Türkiye bakımından bu protokol bağlayıcı hal almıştır.[6]
Bu kabule göre; 1 Ağustos 2016 tarihinden itibaren iki dereceli yargılama artık Türk yargısına muhatap olan herkes için kabul edilen ve uluslararası sözleşmeden doğan bir haktır. Artık bu hak adil yargılanmanın bir parçasıdır.
Adı geçen Protokolün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi internet sitesinde yayınlanan Türkçe tercümesinin 2.maddesi şu şekildedir:
MADDE 2 Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı
1. Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkûm edilen her kişi, mahkûmiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını haiz olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dâhil olmak üzere, yasayla düzenlenir.
2. Bu hakkın kullanılması, yasada düzenlenmiş haliyle önem derecesi düşük suçlar bakımından ya da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı veya beraatını müteakip bunun temyiz edilmesi üzerine verilen mahkûmiyet hallerinde istisnaya tabi tutulabilir.[7]
Söz konusu Ek 7 nolu Protokolün 2.maddesinin ikinci fıkra son cümlesinde iki dereceli yargılamaya istisna getirilmesinin yasayla yapılabileceği öngörülmüştür. Ancak bugüne kadar bu amacı gerçekleştirmeye yönelik bir düzenleme yapılarak istisna getirilmemiştir. Bunun yanında Yargıtay Kanunu’nun 15.maddesindeki Ceza Genel Kurulunun görevleri arasında gösterilen “İlk derece mahkemesi olarak ilgili dairelerce verilen hükümlerin temyiz yoluyla incelemesini yapmak,” bunun istisnası olarak gösterilemez. Çünkü, bu hüküm yukarıda açıkladığımız gibi 1983 tarihinden beri yürürlükte olan hükmün sadeleştirilmiş ve kısaltılmış halidir. Kısaca, Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuru hakkını 1987 yılında kabul etmiş, Ek 7 nolu protokolü ise 1985 tarihinde imzalamış ve bu protokole göre de 1 Ağustos 2016 tarihi itibariyle protokolün 2.maddesi gereğince iki dereceli yargılamanın yürürlüğe girdiğini ilan etmiştir. Bu ilanın anlamı şudur: Artık adil yargılanmanın en önemli kontrol mekanizmalarından biri olan istinaf kanun yolunu kabul edildiği, aykırı davranışın eşitlik ve adil yargılanma hakkının ihlali olarak kabul edilmesi anlamına geleceğidir. Kaldı ki, Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yargı yetkisini 1990 yılında kabul etmiştir. Dolasıyla, yasal düzenlemeler üzerinde kısaltmalar ve sadeleştirmeler yapılması istinaf kanun yoluna istisnalar getirildi olarak yorumlanmamalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası madde 90/son gereğince “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 7 nolu protokolün ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 1995/5 sayılı tavsiye kararında “ikinci derece mahkeme” kurma zorunluluğu olmasa bile[8] Ek 7 nolu protokolün kabul edilmesiyle bu zorunluluk altına girilmiş, artık bu haktan kimlerin yararlanamayacaklarının yasayla gösterilmesi gerekir. Açık, net, anlaşılır ve de eşitlik ve adil yargılanmayı olumsuz yönde etkilemeyecek yasal düzenlemelerin yapılması artık bir gerekliliğin ötesindedir.
O halde, sözleşme 1 Ağustos 2016 tarihinden beri Türkiye Cumhuriyeti bakımından yürürlüktedir. Sözleşmenin Ek 7 nolu protokolünün 2.maddesinin öngördüğü ikinci derece yargılamasını kaldıran bir kanun hala daha yürürlüğe konmamıştır.
İstinaf kanun yolunun kapatılması
İlk derece mahkemesi yargılamaları için getirilen bu hak, Yargıtay ilgili ceza dairesinde yargılanan için de "adil yargılanma hakkının" gereğidir. Görüldüğü gibi sözleşme hükümlerini zedeler mahiyette olmayan, adalet için gerekli ve yararlı olan ve haklı bir amacın bulunması hallerinde istinaf incelemesine istisna getirilebileceği ve bunun Protokol gereği yasayla yapılabileceği, henüz istinaf incelemesine bu kapsamda istisna getiren yasal bir düzenlemenin de yapılmadığıdır. Yukarıda açıklandığı gibi, istinaf incelemesine istisna getiren tek düzenleme CMK ’nun “Özel kanunların temyize ilişkin hükümleri” başlığını taşıyan 285.maddesidir. Maddenin içeriğine baktığımızda birinci fıkrasında istisna içeren hüküm olarak tek bir kanun gösterilmiştir. İstenseydi maddeye istinaf incelemesi istisnalarına “2797 sayılı Yargıtay Kanunu kapsamında yapılan yargılamalarda verilen kararlar da” ilave edilebilirdi. Ceza Muhakemesi Kanununun kabul edildiği tarihten günümüze kadar[9] üzerinde 36 defa değişiklik yapılmış ve bunlardan 19 tanesi ise istinaf kanun yolunun uygulamaya konduğu 20 Temmuz 2016 tarihinden sonra olmuştur. Hatta 05.08.2017 tarihinde 7035 sayılı Kanunla adı geçen 285.madde de değişiklik yapılmasına rağmen söylediğimiz bu istisna bu maddeye ilave edilmemiştir. Bu itibarla, Ek-7 nolu protokol ile tanınan istinaf kanun yoluna başvurma hakkının uygulamayla kısıtlanması eşitlik ilkesini ve adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilebilir. Eşitlik ilkesi ve adil yargılanma hakkı hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ve hem de Anayasa mahkemesinin kararlarında ayrıntılı olarak açıklanmaktadır.
Mevcut uygulama
Kanun, Anayasa ve uluslararası sözleşme istinaf kanun yoluna başvurma hakkını vermesine rağmen uygulamada sanki 20 Temmuz 2016 tarihinde istinaf kanun yolu uygulamaya konmamış gibi 150 yıllık uygulamaya devam edilmektedir. Ve bu konu hiçbir şekilde de tartışılmamaktadır.[10]
Bunun sakıncalarının giderilmesi için Yargıtay temyiz incelemesinin hem maddi yönden hem de hukuki yönden yapılması gerektiği dile getirilmektedir. Yani Yargıtay’da her ne kadar istinaf incelemesi olmasa bile incelemenin hem maddi hem de hukuki yönden yapılması gerektiği vurgulanmaktadır.[11] İstinaf sonrası sadece hukuki denetim yapmakla görevlendirilen Yargıtay’ın bu denetimini bölge adliye mahkemesi denetiminden geçen bir hüküm bulunmaması nedeniyle, nasıl yapacağıdır. Gerçi kurul inceleme denetiminin hukuki denetimle sınırlı olmadığını belirtmektedir. Ancak, uygulamada bunun sonuçları henüz görülmemiştir.[12]
Mevcut düzensizliğe sığınılarak haktan yararlanma önüne engeller çıkarılmaması gerekir. Bu hak, yani iki dereceli yargılanma hakkının verilmesi tüm kararların suçta ve cezada kanunilik ilkesine uyulup adil yargılanmanın tüm kurumlarıyla sağlanarak yargılamaların sonuçlandırılacağı anlamına gelmez. Kimse de böyle bir beklenti içinde değildir. Amacımız sadece yasal olarak (CMK, m.271), Anayasal olarak (m.90/son) ve Uluslararası Adlaşmalarla (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Ek 7 nolu protokol, m.2) güvence altına alınan bir hakkın bulunduğuna dikkat çekmektir. İstinaf uygulaması ve sonrası temyiz incelemeleri artık herkesin gözü önünde cereyan etmekte ve kamuoyunda tartışılmaya devam etmektedir. Bu husus bu yazının konusu değildir.
Neler yapılmalı
Bununla beraber halen mevcut düzenlemeden yararlanılarak da bir çözüme ulaşmak mümkündür. Bu da 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 47/3.maddesindeki düzenlemedir. Bu düzenlemeye göre:
“Bölge adliye mahkemesi başkanı, daire başkanları, üyeleri, Cumhuriyet başsavcısı ve Cumhuriyet savcılarının şahsî suçları hakkında genel hükümlere göre yapılacak soruşturma ve kovuşturma görevi, en yakın bölge adliye mahkemesi Cumhuriyet başsavcısı ile bu bölge adliye mahkemesi ceza dairesinin suç türüne göre görevli ceza dairesine aittir.
Daire kararlarına karşı 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 272 nci maddesinde yer alan hükümler çerçevesinde temyiz başvurusu yapılabilir.”
Bilindiği gibi, bölge adliye mahkemesinin kararlarına karşı istisnalar dışında temyiz yolu açıktır. Ve temyiz yolu başvurusu ise CMK’nın 286-307.maddelerindeki hükümlere göre yapılır. Normalde, 5235 sayılı Teşkilat Kanununun bu maddesinde “Daire (BAM) kararlarına karşı 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 286 nci maddesinde yer alan hükümler çerçevesinde temyiz başvurusu yapılabilir.” veya “daire kararlarına karşı temyiz yoluna başvurulabilir” şeklinde olması gerekirdi. Hâlbuki, temyizin CMK’nın 272.maddesinde gösterilen istinaf şeklinde yapılmasını kabul etmiştir. Gösterilen bu madde ise istinaf kanun yolunun düzenlendiği CMK’ nun 14 maddesinden ilkidir. Bu şu demektir: İlgili ceza dairesi temyiz incelemesini CMK’ nun 272-285.maddelerine göre sanki istinaf mahkemesine başvurulmuş gibi yapacaktır. Buna duruşma açma da dâhil olmak üzere incelemesini yapacak, yani Yargıtay ceza dairesi temyiz incelemesinin CMK’ daki istinafla ilgili 14 madde üzerinden yapacak, sonrasında verilen hüküm ise temyizen Ceza Genel Kuruluna gidecektir. Ceza Genel Kurulu Yargıtay olarak hareket ettiğinden (CMK, m.299) duruşma yapılması da mümkündür.[13] Uygulamada yapılmaması yasaklayıcı bir hükümden değil alışılagelen uygulamanın devam ettirilmesidir.
Bu açıklamalardan çıkan sonuç, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun incelemesini tıpkı Yargıtay ilgili ceza dairesinin Bölge adliye mahkemesinin 5235 sayılı Kanunun 48/3.maddesinde gösterilen kararlara karşı istinaf incelemesi gibi yapacaktır.[14] Bundan önce sonuçlandırdığı davalar bakımından ise, Ceza Genel Kurulu daire kararını inceleyen ilk temyiz mercii daire gibi verdiği kararlara bu defa madde 308/1’deki gibi lehe itiraz yolu işletilerek sonuçlanan dosyanın tekrar ele alınarak temyiz incelemesinin istinaf incelemesi gibi yapılmasıdır.
SONUÇ
Ceza Muhakemesi Kanununun 285.maddesi hangi kararların doğrudan temyiz kanun yolu incelemesine getirilebileceğini düzenlemiştir. Yargıtay ceza dairelerinin kararları bu istisnalar arasında gösterilmemiştir. Dolayısıyla Yargıtay ceza dairesinin ilk derece yargılaması yaptığı ve ilk derece yargısının görev alanına dair kararları için istinaf kanun yolu bir haktır. Bu hak, yargılamada eşitlik ilkesinin bir tezahürüdür. Göz ardı edilmesi, kabul edilmemesi bu hakkın var olmadığı anlamına gelmez.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 7 nolu protokolünün öngördüğü ikinci derece yargılaması Türkiye için 1 Ağustos 2016 tarihinden itibaren iç hukuk bakımından bağlayıcı bir hal almıştır. Protokolün 2.maddesinin öngördüğü yasal istisnalar arasında Yargıtay ilgili ceza dairesinin ilk derece yargılamasında verdiği kararları istinaf incelemesinden muaf tutan bir düzenleme henüz yapılmamıştır. Dolayısıyla bu hakkın kullandırılmaması adil yargılanma hakkının ihlalidir.
Gelinen aşama itibariyle geçici bir çözüm olarak Ceza Genel Kurulunun ilgili ceza dairesinin kararını CMK’nun 272-285.maddelerine göre incelemesi en uygun yol olarak görünmektedir. Metinlerde yazılı kurallar sorunları çözmez. Sorunları çözecek olan uygulayıcılardır. Ceza Muhakemesinde kıyasın yasaklanmadığı düşünüldüğünde adil kararlara ulaşabilmek için yasaklanmayan her alanda çözümler üretilebilir. Yeter ki çözüm üretme, adil kararlara imza atma iradesi ve azmi olsun.
Av. Zeki Murteza ALBAYRAK
------------------------------------------
YORUMLAR