Prof. Dr. Ersan ŞEN - Kamu Görevlilerine Mutlak Sorumsuzluk Tanınması

Prof. Dr. Ersan ŞEN - Kamu Görevlilerine Mutlak Sorumsuzluk Tanınması
Editör: Konya Time
17 Haziran 2020 - 16:37



I. Giriş

Anayasa Mahkemesi'nin 15 Haziran 2019 tarihinde yayınladığı "Anayasa Mahkemesi Yıllık Raporu" başlıklı raporunun, "2019 Yılında Mahkemenin Öne Çıkan Kararları" başlıklı 5. bölümünün 71 ve 72. sahifelerinde yer verdiği norm denetimi kararı, “Kanun kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin görevleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz" başlığı altında incelenmiştir.

Aşağıda; Anayasa Mahkemesi’nin 24.07.2019 tarihli, 2016/205 E. ve 2019/63 K. kararının, 6749 sayılı Kanunda öngörülen tedbirlere ilişkin kararların alınması ve icrası kapsamında görev alan kamu görevlilerine mutlak sorumsuzluk tanıyan kuralın iptali talebine, Anayasa Mahkemesi’nin iptal talebinin reddi gerekçesine, son olarak bu hüküm ve iptal talebinin reddi gerekçesi hakkında değerlendirmemize yer verilecektir.

Anayasa ile kurulu düzeni cebir ve şiddetle ele geçirip değiştirmeye teşebbüs suçu sonrasında Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’nun 20.07.2020 tarihli ve 2016/9064 sayılı kararı ile Anayasanın mülga 120. maddesi gereğince tüm yurtta ilan edilen olağanüstü hal kapsamında, Anayasa ile kurulu düzeni koruma ve teröre karşı gerekli tedbirlerin alınması amacıyla, 23.07.2016 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin denetiminden geçtikten sonra 6749 sayılı Kanun olarak 29.10.2016 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe girmiştir.

6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un “Amaç ve kapsam” başlıklı 1. maddesine göre; “Bu Kanunun amacı, 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında, darbe teşebbüsü ve terörle mücadele çerçevesinde alınması zaruri olan tedbirler ile bunlara ilişkin usul ve esasları belirlemektir”. Bu Kanunda geçen tedbirlere ilişkin kararların alınması ve icrası kamu görevlileri tarafından yerine getirilecektir. Her ne kadar Türk Ceza Kanunu’nun “Tanımlar” başlıklı 6. Maddesinin 1.fıkrasının (d) bendinde, “yargı görevi yapan” kavramı ayrı değerlendirilip tanımlanmışsa da, 6749 sayılı Kanunda sayılan tedbirler bakımından TCK m.6/1-c’de geçen “kamu görevlisi” tanımı dikkate alınmalıdır. Buna göre, kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla veya herhangi bir şekilde sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi kamu görevlisi sayılmaktadır. Esasen kamu görevlisi; kamu kudreti kullanan, kamu gücünü kullanmanın hak ve yükümlülüklerini taşıyan kişidir.

Bilindiği üzere; kanun hükmünde kararnamelerin Anayasaya aykırılığının olağanüstü hal döneminde incelenmesi konusunda, Anayasa Mahkemesi’nin 10.01.1991 tarihinde verdiği, 1990/25 E. ve 1991/1 K. sayılı kararında, OHAL KHK’larının Anayasaya aykırılığının süre, yer, konu ve kapsam yönlerinden dar bir şekilde hukukilik denetimin yapılabileceğine karar verilmiştir. Ancak AYM; 15 Temmuz 2016 tarihi sonrasında ilan edilen OHAL döneminde çıkarılan OHAL kararnamelerinin hukukilik denetimi konusunda Anayasa m.148/1 gereğince yetkisiz olduğuna karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi’nin bu son kararına katılmıyoruz.

OHAL Kararnamelerini kanunlaştıran kanunlar hakkında AYM’ye iptal davası açılabileceği konusunda ise bir tereddüt bulunmamaktadır. 677 sayılı KHK’yı kanunlaştıran 6749 sayılı Kanunun bazı maddelerinin iptali için AYM’ye başvurulmuştur. İptali istenen maddelerden, 6749 sayılı Kanunun m.9’a göre; “Bu Kanun kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu görevleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz”.

II. Yazımıza Konu Karar

AYM’nin bu başvuru üzerine verdiği 24.07.2019 tarihli, 2016/205 E. ve 2019/63 K. sayılı kararında, 6749 sayılı Kanunun iptali istenen maddelerinin Anayasaya uygunluğu incelenmiştir.

Mahkemenin kararının, yukarıda yer verdiğimiz, 6749 sayılı Kanunun 9. maddesi ile ilgili bölümüne aşağıda yer verilmiştir.

Bu maddenin;

İptal talebinin gerekçesine göre,

“Dava dilekçesinde özetle; dava konusu hükme dahil kişilerin madde kapsamındaki karar, görev ve fiilleri nedeniyle hiçbir zaman, hiçbir şekilde, hiçbir mercie karşı, hiçbir sorumluluklarının olmayacağı, bu durumun bütün bu faaliyetler çerçevesinde yapılabilecek hukuksuzlukların giderilmesini imkansız kılacağı, mutlak sorumsuzluğun ancak hukuk devletinin bulunmadığı rejimlerde söz konusu olabileceği, Anayasa’nın düzenlediği olağanüstü yönetim usullerinin hukuk içinde kalan, demokratik hukuk devletinin esaslı ögelerine bağlı olan anayasal bir rejim olduğu, Anayasa’nın öngördüğü olağanüstü hal rejiminin hukuk devletinin asli bir unsurunun genel ve kalıcı olarak uygulanmaması sonucunu doğuracak bir düzenlemeye izin vermeyeceği, görevin kötüye kullanıldığı, keyfi yetki aşımlarının olduğu, bir insanlık suçu olan işkencenin kayıtsızca uygulandığı, kimi yaşam hakkı ihlallerinin kamu mekânlarında ya da kamu görevlilerince gerçekleştirildiği iddialarının etkin bir şekilde soruşturulması gerektiği, kamu görevlilerinin cezasızlığını öngören düzenlemenin yeterli eğitimi almamış, olayları kişisel bir öç alma olarak gören kişilere kötüye kullanma imkânı ve cesareti verebileceği belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2., 10., 17., 40., 90. ve 125. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür”.

Anayasaya aykırılık sorunun değerlendirilmesi kısmına göre;

6749 sayılı Kanun’un dava konusu 9. maddesinde “Bu Kanun kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu görevleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz” hükmüne yer verilmiştir. 6749 sayılı Kanun’un “Amaç ve kapsam” başlıklı 1. maddesinde “Bu Kanunun amacı, 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında, darbe teşebbüsü ve terörle mücadele çerçevesinde alınması zaruri olan tedbirler ile bunlara ilişkin usul ve esasları belirlemektir” denilmiştir. Buna göre Kanun’un amacı olağanüstü hâlin ilanına neden olan tehdit ve tehlikelerin bertaraf edilmesi olup dava konusu kuralın da bu kapsamda aynı amaca yönelik olduğu açıktır. Ancak anılan Kanun’un birçok hükmünün sadece olağanüstü hâl döneminde uygulanma imkânı varken bir kısmının olağan dönemde de uygulanabilmesi mümkündür. Dolayısıyla kural sadece olağanüstü hâl süresiyle sınırlı olmadığından kuralın Anayasa’nın olağan dönem kuralları yönünden öngördüğü denetim rejimine göre incelenmesi gerekir.

Kurala göre 6749 sayılı Kanun kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu görevleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmayacaktır. Kanun’da belirtilen söz konusu karar ve görevler incelendiğinde bunların olağanüstü halin ilanına neden olan koşulların ortadan kaldırılmasına yönelik tedbirlere ilişkin olarak verilen kanuni yetkilerin icra edilmesinden ibaret olduğu anlaşılmaktadır.

Kanunların verdiği yetkinin kullanılması ya da kanunlarca verilen görevlerin yerine getirilmesi veya bu kapsamda kararlar alınması, hukuk sistemimizce hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmiştir. Bir fiilin hukuka uygunluğu onun hukuk sisteminin tamamıyla uyumlu olduğunu gösterir. Bu durum hukukun bütünlüğü ilkesinin bir sonucudur. Bu nedenle hukuka uygun bir fiil nedeniyle onu icra edenlerin sorumluluğu söz konusu değildir. Başka bir ifadeyle hukuka uygun bir fiili gerçekleştirenlere hukuki, idari, mali ve cezai sorumluk yüklenemez. Kanunla verilmiş olan bir görevin yerine getirilmesi ya da bu kapsamda bir karar alınması, kişiye verilmiş bir görevken aynı zamanda bu görevin yerine getirilmesinin hukuka aykırılık oluşturması çelişkiye sebep olur. Bu nedenle kişilerin kanunlarca verilmiş olan görevleri kanuni usul ve esaslara uygun olarak yerine getirmeleri ya da bu kapsamda karar almaları sonucunda hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluklarının doğmaması tabiidir.

Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında vurguladığı üzere demokratik ülkelerde olağanüstü yönetim usulleri hukuku dışlayan, keyfi yönetim anlamına gelmez. Olağanüstü yönetimler kaynağını Anayasa’da bulan, anayasal kurallara göre yürürlüğe konulan, yasama ve yargı organlarının denetiminde varlıklarını sürdüren rejimlerdir.

Bu bağlamda kural bir yargılama engeli getirmemektedir. Haksızlık oluşturduğu ileri sürülen fiiller için yapılacak incelemede söz konusu fiilin kural bağlamında görev gereği ya da görevden kaynaklanıp kaynaklanmadığının değerlendirileceği kuşkusuzdur. Bu değerlendirme sonucunda varılan sonucun görevle ilgili olmadığı ya da bunun sınırlarını aştığının tespit edilmesi hâlinde sorumluluk gündeme gelecektir. Kanun’da belirtilen kişilere hukuka aykırı, haksız fiil veya suç işleme görev veya yetkisinin verilmediği ve verilemeyeceği açık olduğuna göre kuralın haksız fiil veya suç teşkil eden eylemleri kapsamadığı tartışmasızdır.

Dava konusu kuralın düzenlenme ihtiyacının, Kanun’da verilen görevlerin niteliğinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Söz konusu görevlerin önemli bir kısmı olağanüstü hal dönemiyle sınırlı ve olağanüstü hâlde alınması gereken, dolayısıyla olağan dönemin hukuki düzenlemelerinden oldukça farklı olan tedbirlerin icrasına yöneliktir. Bu tedbirlerin anılan niteliği dikkate alındığında bunlara ilişkin olarak verilen görevlerin etkili biçimde uygulanması hususunda tereddüt oluşabilir. Bu bağlamda dava konusu kuralla kanun koyucunun olağanüstü hâlin sebeplerinin ortadan kaldırılmasında görevlilerin çalışmalarında başarılı olmalarını, çekinmeden görev yapmalarını ve bu suretle bir an önce olağan döneme geçilmesini amaçladığı anlaşılmaktadır.

Öte yandan kuralla Kanun kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin yerine getirdikleri görev ve kararları nedeniyle sorumlu tutulmamalarının nedeni bu kişilerin haksız fiil veya suç teşkil eden eylemlerine hukuki ve cezai bağışıklık tanıyarak bunlara kendileriyle aynı durumda bulunan kişilere nazaran özel bir imtiyaz ve ayrıcalık tanımak değildir. Bunun nedeni olağanüstü hal dönemiyle sınırlı ve olağanüstü halde alınması gereken dolayısıyla olağan dönemin hukuki düzenlemelerinden oldukça farklı olan tedbirlerin icrasına yönelik görevlerin herhangi bir endişe ve tereddüt duyulmadan yerine getirilmesini sağlamaktır. Dolayısıyla söz konusu kuralın eşitlik ilkesini zedeleyen bir yönü bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir”.

İptal talebinde; kamu çalışanlarına mutlak sorumsuzluk tanınmasının hukuk devleti ile bağdaşmayacağı, kamu görevlilerinin hukuka aykırı fiillerinden dolayı etkin bir şekilde soruşturulması gerektiği, bu nedenle hükmün Anayasanın 2., 10., 17., 40., 90. ve 125. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

AYM red kararında; iptali istenen hükmün yalnızca olağanüstü hal döneminde değil, sonrasında da uygulanacak olduğu, bu nedenle AYM tarafından olağan dönem denetim rejimine göre inceleneceği, ilgili maddede ifade edilen, 6749 sayılı Kanununu tatbik eden kamu görevlilerinin hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluklarının olmayacağına dair ibarenin, kanuni yetkilerin icra edilmesinden ibaret olduğu, bunun bir hukuka uygunluk nedeni sayıldığı, kanunla verilmiş bir görevin ifa edilmesinin hukuka aykırılık teşkil edeceğinin kabul edilmesinin çelişkiye neden olacağı, kaldı ki incelemeye konu hükmün kamu görevlilerine sorumsuzluk da sağlamadığı, Kanunda belirtilen kişilere hukuka aykırı, haksız fiil veya suç işleme görev ve yetkisinin verilmediği ve verilemeyeceği açık olduğuna göre, bu kuralın haksız fiil veya suç teşkil eden eylemleri kapsamadığı, itiraza konu hükmün, 6749 sayılı Kanunda düzenlenen tedbirlerin niteliği gözönünde bulundurulduğunda gerekli olduğunun anlaşıldığı, çünkü tedbirlerin olağanüstülüğünün, tedbiri uygulayacak kamu görevlilerinin görevlerinin ifasında tereddüt etmelerine yol açabileceği, bunu engellemek adına, hukuki, idari, mali ve cezai sorumsuzluğun öngörüldüğü, iptali istenen kuralla amaçlananın bu kişilerin fiillerine hukuki ve cezai bağışıklık tanıyarak kendileriyle aynı durumda bulunan kişilere göre özel bir imtiyaz ve ayrıcalık tanımak olmadığı ifade edilmiştir.

III. Değerlendirmemiz

Yukarıda yer verdiğimiz AYM kararına konu 6749 sayılı Kanunun 9. maddesine göre; “Bu Kanun kapsamında karar alan ve yerine getiren kişilerin bu görevleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz”.

Maddede; bu Kanunda öngörülen tedbirlerin uygulanmasına karar veren ve yerine getiren kişilerin görevleri nedeniyle yerine getirdikleri fiillerden sorumsuzlukları öngörülmüştür. Maddede yer alan “görevleri nedeniyle” ifadesi, “görevleri sırasında” olarak anlaşılamayacak olup, bu Kanunda yer alan tedbirleri tatbik eden kamu görevlilerinin görevleri sırasında, fakat görevleri ile ilgili olmayan hususlarda hukuki, mali, idari ve cezai sorumlulukları devam edecektir.

Bir hukuk devletinde kamu görevlilerine, yerine getirdikleri görev her ne olursa olsun hukuka aykırı fiillerinden dolayı mutlak sorumsuzluk tanınamayacağı, milletvekili, Cumhurbaşkanı ve bakan dokunulmazlığının bir kısmının bu kuralın istinası olduğu, bu konuda şekil ve şartların Anayasada düzenlendiği, bunun haricinde, kanunlarda gösterilen görevlerini hukuka uygun olarak ifa eden kamu görevlilerinin fiillerinden dolayı sorumluluklarının doğmayacağı tartışmasızdır. Belki bir kanun devletinde, toplumun bazı kesimlerine sorumsuzluk atfetmek, bu kişileri işledikleri fiillerinin sorumluluğundan münezzeh tutmak mümkün gözükse de, hukukun evrensel ilke ve esaslarına göre çıkardığı kanunlar çerçevesinde yönetilen bir hukuk devletinde, bazı kişilere, yetkili oldukları konularda hukuki ve cezai sorumsuzluk öngören bir kanunun kabulü mümkün değildir.

Yazımıza konu Kanun maddesinin lafzından; 6749 sayılı Kanunda kapsamında “hukuka uygun veya hukuka aykırı olarak” karar alan ve yerine getiren kamu görevlilerinin, hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluklarının bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Anayasa Mahkemesi; 6749 sayılı Kanun m.9’un Anayasaya uygunluğu konusunda yaptığı incelemede, bu hükmün, kamu görevlilerinin hukuka aykırı fiillerini de kapsayacağı şeklinde anlaşılamayacağını ve bu kamu görevlilerinin Kanunla verilen emri yerine getirmekten ibaret fiillerin hukuka aykırı sayılamayacağını ifade etmiş, bu gerekçesini, Kanunun 9. maddesinde düzenlenen “sorumsuzluk” hükmü olmaksızın 6749 sayılı Kanun kapsamında görev yapacak ve Kanunu uygulayacak kamu görevlilerinin, görevlerini tereddüt etmeden uygulamakta zorlanabileceklerini ileri sürerek meşrulaştırmıştır.

AYM’nin iptal talebinin reddinde öne sürdüğü incelemeye konu maddenin;

- Kamu görevlilerinin 6749 sayılı Kanun çerçevesinde aldıkları kararlar ve yerine getirdikleri hukuka aykırı işlemleri kapsamadığı, yalnızca olağan hukuk düzeninde zaten korunan, kanunla verilen emri yerine getirme hukuka uygunluk nedeninin özel bir kanunla tekrardan düzenlenmesi şeklinde anlaşılması gerektiği,

- 6749 sayılı Kanunun muhteviyatı düşünüldüğünde, yapılacak işlemlerin zorluğu ve Kanunda öngörülen tedbirlerin, kamu görevlilerinde, görevlerini yerine getirirken endişe ve tereddütlere yol açabileceği, bu nedenle böyle bir sorumsuzluk hükmünün gerekli olduğu,

Gerekçelerine katılmak mümkün değildir.

Türkiye Cumhuriyeti’nde kamu görevlisi olarak görev yapan tüm bireyler, kendilerine kanunlarla verilen emirleri yerine getirmek konusunda yalnızca hak sahibi olamayıp, aynı zamanda bir yükümlülük altındadır. Hatta kamu görevlileri; kanunlarda sayılan görevlerini yerine getirmedikleri veya görevlerinden kaynaklanan yetkilerini hatalı veya keyfi kullandıkları takdirde, en azından 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m.257’de düzenlenen görevi kötüye kullanma veya ihmal suçlarının gündeme gelebileceği tartışmasızdır. Sırf kamu görevlilerini; görevlerinin gereklerini yerine getirmelerini teşvik etmek veya bu konuda kamu görevlilerinde oluşan tereddütleri gidermek amacıyla, kamu görevlilerinin görevlerinden dolayı şahsi cezasızlığını veya sorumsuzluğunu öngören kurallara yer verilmesi, “hukuk devleti” ilkesi bakımından kabul edilemez.

Bir kamu görevlisi görevinden dolayı yeterli dokunulmazlığa sahiptir. Kamu görevlisinin kanundan kaynaklanan yetkisini usul ve şartlara uygun kullandığı durumda sorumluluğunun bulunmayacağı, sorumluluğunun hukuki, idari, mali ve cezai olarak doğabilmesi için, bu alanlarda tatbik edilen ilke, esas ve kaideleri ihlal ettiğine dair ciddi tespitlerin bulunması gerektiği tereddütsüz olup, görevinden kaynaklanan kanuni yetkilerini usule uygun kullanan, bu konuda ihmal göstermeyen kamu görevlisinin sorumluluğunun gündeme gelmeyeceği, ancak bunu aşacak şekilde kamu görevlisinin karar ve tasarruflarından dolayı hiçbir hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğunun doğmayacağına, bu sorumsuzluğun hukuka aykırı ve hatta konusu suç teşkil eden fiilleri de kapsayacağı anlamına gelebilecek, Anayasa m.138/1 uyarınca da kanunlarla bağlı olan hakimleri, kamu görevlilerinin hukuka aykırı veya konusu suç teşkil eden karar ve tasarruflarından dolayı çaresiz bırakabilecek, mutlak dokunulmazlık tanımı yapan genişlikte yasa düzenlemeleri, Anayasaya, hukukun evrensel ilke ve esaslarına uygun görülemez.

Bu kuralın; Anayasanın yürürlükten kaldırılan geçici 15. maddesi[1] ile benzer niteliğe sahip olduğu, bir hukuk devletinde herkesin fiillerinden ve fiillerin sonuçlarından sorumlu tutulması gerekçesiyle geçici m.15’in sürekli eleştirildiği ve ardından Anayasa değişikliği ile Anayasadan çıkarıldığı, 6749 sayılı Kanunun 9. maddesinin de Sorumluluk Hukuku, “hukuk devleti” ve “eşitlik” ilkeleri uygun olmadığı, 6749 sayılı Kanunda sayılan tedbirlerden herhangi birisini hukuka uygun olarak yerine getiren kamu görevlisinin, hukuki veya cezai sorumluluğunun gündeme gelmesinin, 9. madde var olmasa dahi mümkün gözükmediği, nitekim kanunun emrini yerine getiren kişinin; TCK m.24/1’e göre ceza sorumluluğunun, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m.63/1’e göre ise hukuki sorumluluğunun bulunmadığı tereddütsüzdür.

İptal talebini reddeden Anayasa Mahkemesi’nin 24.07.2019 tarihli, 2016/205 E. ve 2019/63 K. sayılı karar gerekçesine katılmadığımızı, Anayasa aykırı olduğu iddiası ile incelenen 6749 sayılı Kanunun 9. maddesinin kamu görevlisinin sorumluluğunu kaldırmadığına dair kabulünün hatalı olduğunu, Yüksek Mahkemece kanundan kaynaklanan hukuka uygunluk sebebinin gözardı edildiğini, karardan ve kararın icrasından kaynaklanan aykırılıklardan hukuki, mali, idari ve cezai sorumluluklarının doğmayacağını öngören yasa hükmü olduğu sürece, bu hükümden kaynaklanan sorumsuzluk halinin hukuka aykırı, fakat kanuna uygun bir şekilde bulunacağını, bu anlayışın ise “hukuk devleti” ilkesine aykırı olacağını, bizde kabul edilen ve Anayasa m.2’de yer alan bu ilkenin “kanun devleti” olarak anlaşılamayacağını, çünkü her kanuni tasarrufun hukuki görülemeyeceğini, Anayasanın ve Anayasa Mahkemesi ile hukukun evrensel ilke ve esaslarının varlık sebebinin de hukuk ile kanun arasında bulunan farkı tespitle, hukuka aykırı olanların denetimi yolu ile tespiti ve iptali olduğunu ifade etmeliyiz.

Tüm bu hususlar gözönünde bulundurulduğunda; AYM’nin iptal talebini red gerekçesinin yerinde olmadığı, çünkü 6749 sayılı Kanun m.9 yürürlükte olmasa da, hukuka uygun olarak görevini ifa eden kamu görevlisinin hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğunun bulunmadığı, m.9’un bu hukuka uygunluk nedenlerini aşarak, bir hukuk devletinde kabul edilemeyecek şekilde 6749 sayılı Kanun kapsamında karar alan ve yerine getiren kamu görevlilerinin, hem hukuka uygun ve hem de hukuka aykırı tüm fiillerinden sorumsuz olduğu anlamına geleceği, “mahsus yargı bağışıklığı” olarak nitelendirilebilecek bu düzenlemenin başta “hukuk devleti” ve “eşitlik ilkeleri” ve yetkinin olduğu yerde sorumluluğun da bulunması gerektiği ilkelerine, ek olarak da hukukun evresenl ilke ve esaslarına aykırı düştüğü görülmektedir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Buğra Şahin

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.

----------------------------

[1] Anayasa geçici m.15’e göre; “Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk milleti adına kullanan, 2356 sayılı Kanunla kurulu Milli Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunla görev ifa eden Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezai, mali veya hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz.





URL

YORUMLAR

  • 0 Yorum