"Silahların Eşitliği" İlkesi ile İlgili İHAM Kararı

"Silahların Eşitliği" İlkesi ile İlgili İHAM Kararı
Editör: Konya Time
19 Şubat 2020 - 13:34



KONU: Aşağıda, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin 74845/12 başvuru numaralı ve 30 Temmuz 2019 tarihli Ürek ve Ürek/Türkiye kararının İngilizce metninden çevirisi bulunmaktadır. Karar, “silahların eşitliği” ilkesi bakımından dikkate değerdir. Çalışmamızda; ilk olarak kararın tam çevirisine, ardından da “silahların eşitliği” ilkesi ile ilgili değerlendirmeye yer verilecektir.

KARAR:

I. VAKA

A. OLAYIN ŞARTLARI

1. 5 Kasım 2009 Günü Gerçekleşen Olaylar, Başvurucuların Gözaltına Alınma ve Tutuklanmaları

7 Kasım 2009’ da Cizre Polis Merkezi tarafından hazırlanan rapora göre; 5 Kasım 2009 günü Cizre’de, Terör Örgütü PKK liderinin tutukluluk şartlarını protesto etmek amacıyla gösteri düzenlendi. Polis; önce kalabalığa dağılmaları için uyarıda bulundu, kalabalığın dağılmaması üzerine biber gazı ile müdahalede etti. Gösteriler diğer sokaklarda devam etti. Rapora göre; sayıları 10-15 kişilik bir grup Demokratik Toplum Partisi (DTP) binası önünde, ellerinde terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın posterleri ile örgüt lehine slogan attı. Akabinde; ellerinde taşlar ve molotof bulunan kalabalık yürüyüşe geçti. Polisin dağılın çağrısına rağmen yürüyüşe devam eden gruba karşı polis müdahale etti. Sonrasında dağılan ve kaçan grup içerisinde başvurucular dahil 6 kişi gözaltına alındı. Bu kişilerin üzerinden terör örgütü PKK’yı destekleyen afişler, sopalar ve demir çubuklar çıktı. Raporda ayrıca içinde başvuruculardan A.Ü.’in görülebildiği fotoğraflara yer verildi.

Başvuruculara göre; 5 Kasım 2009 günü, ikamet ettikleri Uludere’den Cizre’ye, bazı mallar satmak ve alışveriş yapmak için gelmişlerdi. Sonrasında kendilerini gösterilerin ortasında bulan başvurucular; göstericilerin, Cizre Belediye Başkanının ve DTP parti üyelerinin basın açıklamalarını dinledi. Daha sonrasında polis kalabalığı dağıtmak için biber gaz kullandı, bu sırada bir bahçeye girdiler ve burada polis tarafından gözaltına alındılar.

Birinci başvurucu polis merkezinde ifade vermezken, diğer başvurucu hiçbir yasadışı veya kınanabilir eylemin içerisinde olmadığını, Cizre’ye alışveriş yapmak için geldiğini, bu esnada biber gazından kaçmak için sığındığı evin bahçesinde gözaltına alındığını belirtti. Başvurucular 7 Kasım 2009 günü önce savcılığa ardından sulh ceza hakimliğine çıkarıldı. N. Ü., çocukların polise taş attığı esnada, bahçeye sığınmak amacıyla girdiğini, A. Ü. ise yasadışı slogan atmadığını belirtmiştir. Yukarıda bahsedilen, kendisinin bulunduğu fotoğrafların gösterilmesi üzerine, fotoğraflarda yer alan kişinin kendisi olup olmadığını bilmediğini ve gösterilere katılmadığını belirtmiştir. Aynı gün başvurucular tutuklanmışlardır.

2. Başvurucular Hakkında Gerçekleşen Yargısal Süreç

23 Kasım 2009 günü Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine, başvurucular ve diğer iki kişi hakkında yazılan iddianameyi sundu. İddianamede başvurucular; terör örgütü üyeliği (TCK m.220/6 ve 314), patlayıcı madde taşıma (TCK m.174), 2911 sayılı Toplanma ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu ve PKK lehine propaganda yapmak (TMK m.7/2) ile suçlandılar. 19 Mart günü bir polis memuru, gözaltı anında orada bulunmadığını, başvurucular tarafından inkar edilen hususlar hakkında hiçbir bir bilgisinin bulunmadığını belirtmiştir. 13 Mayıs günü kuyumcu olan tanık Y.T.; N.Ü.’in Cizre’ye altın satmak için geldiğini, kendisini Cizre’ye gelmeden önce aradığını ve oğlunu başvurucudan altın almak için gönderdiğini belirtmiştir.

Bir sonraki celse 24 Haziranda yapıldı. 1 Haziran 2010 günü, gözaltını gerçekleştiren sekiz polis memuru, başvurucular ve avukatlarının bulunmadığı sulh ceza mahkemesinde, kendilerinin duruşma günü hakkında 1 Haziran 2010 günü bilgilendirildiklerini, 24 Haziranda gerçekleşecek duruşmaya katılamayacaklarını çünkü o tarihte Şırnak’ta görevde olacaklarını ifade etmişlerdir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, polislerin sorgusunun sulh ceza mahkemesinde yapılabileceğine hükmetmiştir. Sorguda polislerden beşi, gösteri esnasında başvurucuları taş veya molotof atarken görmediklerini, gözaltı esnasında bazı göstericilerin ellerinde limon olduğunu (biber gazının etkilerinde korunmak amacıyla) ve kulübenin içinde afişler ve slogan içeren kağıtlar olduğunu beyan etmişlerdir.

Bir polis memuru başvurucuları taş fırlatırken görmediğini, fakat yanlarında afiş bulunduğunu söylemiştir. İki polis memuru gözaltına alınanların hepsinin yasadışı slogan attıklarını ve taş attıklarını, soruşturma safhasında vermiş oldukları ifadelerden farklı olarak söylemişlerdir. 24 Haziran 2010’daki duruşma sırasında, polislerin ifadeleri sesli okunmuş, bunun üzerine başvurucular tanıkları çapraz sorgulama hakkından yoksun bırakıldıklarını, tanıkların mahkemeye çağırılarak tekrar sorgulanmasını istemişlerse de mahkeme bu talebe cevap vermemiştir. 30 Eylül 2010’daki duruşmada başvurucuların avukatı, gözaltını gerçekleştiren polislerin duruşmaya çağırılarak dinlemelerini talep etmişse de mahkeme bu isteği reddetmiştir.

3 Kasım 2010’da başvurucular savunmalarını yapmışlar, birinci başvurucu kendisinin eski bir kamu görevlisi olduğunu, Cizre’de altın satmak amacıyla bulunduğunu, göstericiler ve polis arasında gerçekleşen çatışmalara katılmadığını belirtmiş, ikinci başvurucu ise Cizre’ye alışveriş için geldiğini, kendisinin yaşlı bir adam olduğunu, olay günü kendisini olayların ortasında bulduğunu ve biber gazından kaçmak amacıyla kulübeye sığındığını belirtmiştir. Başvurucuların avukatı; polislerin ifadelerinin hatalı olduğunu, birinci başvurucu ve Y.T. arasında geçen telefon konuşmasının, başvurucunun Cizre’ye altın satmak için geldiğini kanıtladığını, dosyada başvurucuların terör örgütü adına suç işlediğine dair hiçbir kanıt olmadığını belirtmiştir.

Aynı gün Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi başvurucular hakkında; patlayıcı madde taşıma suçundan beraat kararı verirken, terör örgütü propagandasını yayma suçundan (3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu m.7/2) 10’ar ay, yasaklı maddelere taşımak suretiyle gösteriye katılma suçundan (2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu m.33/1) 5’er ay, göstericileri dağıtmakla yükümlü görevli güvenlik güçlerine direnme suçundan (2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu m.32/1) 6’şar ay, görevini yerine getirmekte olan görevlilere karşı, görevi yaptırmamak için direnme suçundan ( TCK m.265/1) 7 ay 15’şer gün, terör örgütü üyesi olmak suçundan (TCK 314/2) 6 yıl 3’er ay hapis cezalarına hükmetmiş, 2911 Sayılı Kanun kapsamında mahkumiyet kararı verilen suçlar ile TCK m.265/1 bakımından hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir.

Başvurucular, TMK m.7/2 ve TCK m.314/2 gereğince, 6 yıl 3’er ay hapse mahkum olmuşlardır. Hükme esas alınan deliller; tutukluların soruşturma ve kovuşturma esnasında beyanlarına, gözaltı tutanağına, gözaltını gerçekleştiren polislerin, diğer polislere verdikleri beyanlara, Cizre Polis Merkezi’nde hazırlanana rapora, polislerin, başvurucuları gözaltına aldıkları bölgede çekmiş oldukları fotoğraflarda görülen afişlere, ikinci başvurucunun gösteriler esnasında orada bulunduğunu gösteren fotoğraflara, O.E. ve Y.T.’nin 19 Mart 2019 günü mahkemede vermiş oldukları beyanlara ve 1 Haziran 2010’da gözaltını gerçekleştiren polis memurlarının beyanlarına dayanmıştır.

Mahkemenin gerekçesine göre; başvurucular, polise taş ve molotof atan göstericilerin arasındaydı ve kendileri de bu fiilleri gerçekleştirdi. Ayrıca Mahkeme, başvurucuların terör örgütü ve lideri lehine slogan attıklarını ifade etmiştir. 6 Kasım 2010 günü başvurucular Yargıtay’a başvurmuştur. 11 Nisan 2010’da Yargıtay hükmü açıklamış ve buna göre, HAGB verilen kararlar bakımından temyiz yolunun açık olmadığını, TMK m.7/2 ve TCK m.314/2 hükmünce verilen kararların ise hukuka uygun olduğuna karar vermiştir.

3. Sonraki Gelişmeler

Başvurucular, basın, medya ve diğer yollarla işlenen ifade suçlarından dolayı verilen hükümlerin ve yargılamaların ertelenmesine imkan sağlayan, 5 Haziran 2012 günü yürürlüğe giren 6352 sayılı kanun gereğince, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi’nden haklarında verilen hükmün gözden geçirilmesini talep etmişler, bunun üzerine mahkeme 3713 sayılı Kanun m.7/2 hükmü gereği vermiş olduğu hükmü beş yıl süre ile ertelemiş, TCK m.314/2 hükmü gereğince vermiş olduğu hükmü ise beş yıl iki ay 15 güne indirmiştir. Başvurucular karara itiraz etse de, mahkeme itirazı reddetmiştir. Başvurucular 2015’de infazları tamamlandıktan sonra serbest kalmışlardır.

II. İLGİLİ İÇ HUKUK VE UYGULAMA

İlgili iç hukuk; Gülcü–Türkiye 19 Haziran 2016 tarihli 17526/10 numaralı başvurunun 42-44, 51, 56-59, ve 66-72 paragrafları ve Balta ve Demir-Türkiye başvurusunun 23 Haziran 2015 tarihli 48628/12 26. paragraflarında bulunabilir. Ayrıca CMK m.188/1 ilgili iç hukuktur[1].

A. HUKUK

1. KABUL EDİLEBİLİRLİK

Hükümet başvurunun altı aylık başvuru süresinde yapılmadığı için reddedilmesi gerektiğini ileri sürmüş, bunun üzerine, temyiz yoluna gidilemeyen kararlar 13 Kasım 2010’da, yani hükmün verildiği gün kesinleştikleri için kabul edilemez bulunmuş, TMK m.7/2 ve TCK m.314/2 hükümleri gereği veriler kararlar temyiz incelemesinden geçerek, İHAM’a yapılan başvurudan önceki altı ay içinde 11 Nisan 2012 yılında kesinleştiği için kabul edilebilir bulunmuştur.

B. DAVANIN ESASI

1. İhlal Edildiği İddia Edilen İHAS m.6 Bakımından

Başvurucular; İHAS m.6/1’de koruma altına alınan adil/dürüst yargılanma haklarının, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, ifadeleri hükme esas alınan polis memurlarına, mahkemede soru sorma imkanı verilmemesi suretiyle ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Mahkeme bu şikayetin İHAS m.6/1-3(d) kapsamında incelenmesi gerektiğine karar vermiştir. Hükümet bu argümana karşı çıkmıştır.

2. Tarafların İleri Sürdüğü Argümanlar

Başvurucular, polis memurlarının ifadelerinin alınması sırasında mahkemede bulunma ve polislere soru sorma hakkından yoksun bırakıldıklarını ileri sürmüşlerdir. Hükümet, polis memurlarının ifadelerinin, başvurucuların yokluğunda alınmak zorunda olduğunu, çünkü memurların 24 Haziran 2010’daki duruşmaya katılamayacaklarını bildirdiklerini belirtmiştir. Ayrıca Hükümet, tanıkların beyanlarının mahkemede okunduğunu böylece başvurucuların ve temsilcilerinin karşı argümanlarını sunma imkanına sahip olduklarını belirtmiştir. Hükümet ayrıca polis beyanlarının hükme esas alınan tek veya belirleyici delil olmadığını, gözaltı tutanaklarının, polislerin çektikleri fotoğrafların, ele geçirilen materyalin ve sanıkların ifadelerinin de hükme esas alındığını belirtmiştir.

3. Mahkemenin Değerlendirmesi

a. Genel prensipler

Mahkeme başlangıçta; “Al-Khawaja and Tahery v. the United Kingdom ([GC], no. 26766/05 ve 22228/06, ECHR 2011 ve Schatschaschwili v. Germany ([GC], no. 9154/10, §§ 100-31, ECHR 2015” kararlarında özetlenen ve belirlenen, suçlayıcı ve sorgulanmamış tanık beyanlarının kanıt niteliğinin kabul edilebilirliği prensiplerini tekrar etmiştir. Bu açıdan; Mahkeme soruşturma safhasında değil, fakat kovuşturma safhasında yapılan yargılama hatalarının somut olayla ilgili olduğunu vurgular. Mahkeme kullandığı suçlayıcı ve sorgulanmamış tanık beyanlarının kanıt niteliğinin kabul edilebilirliğini, Al-Khawaja and Tahery davasında kullandığı prensipler ışığında inceleyecektir.

b. Somut olaydaki başvuru

(i) Gözaltını gerçekleştiren polis memurlarının ifadelerinin başvurucuların ve avukatlarının bulunduğu bir duruşmada alınmaması hakkında iyi bir sebep olup olmadığı

Mahkeme önce Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin bakış açısından, polis memurlarının ifadelerinin, başvurucuların ve avukatlarının mahkemede bulundukları sırada alınmaması ve bu ifadelerin kanıt olarak kabul edilmesinin altında iyi bir sebep veya gerekçelendirme olup olmadığını inceleyecektir. Mahkeme 13 Mayıs 2010’da yapılan duruşmada, 24 Haziran’da yapılacak sonraki tarihli duruşma için gözaltını gerçekleştiren ve raporunu hazırlayan polis memurlarının, tanıklıkta bulunmak için fiili olarak duruşmada bulunmalarını emretmiştir. Ancak sekiz polis memuru mahkemeye 1 Haziran 2010’da gitmiş, kendilerine duruşmanın 1 Haziran 2010 günü olacağının söylendiği ve 24 Haziran 2010 tarihli duruşmaya görevde olacakları için katılamayacaklarını belirtmişlerdir.

Tanıkların beyanları, başvurucuların ve avukatlarının yokluğunda, fakat cumhuriyet savcısının olduğu duruşmada alınmıştır. İlk derece mahkemesi polislerin isteklerini kabul etmesiyle alakalı hiçbir sebep belirtmemiş, ayrıca polislerin 1 Haziran 2010 günü sulh ceza hakimliğinde ifadelerinin alınacağına dair bilgilendirme yapıldığıyla alakalı belge sunmamıştır. Ek olarak; ne Hükümet ne de mahkeme polis memurlarının neden kovuşturma sırasında mahkemede tanıklık etmediklerine dair, başvurucular tarafından gelecek bir baskı veya sağlık sorunu gibi bir gerekçelendirme ileri sürmüştür. Böylece, polis memurlarının isteklerinin sorgulanmadan kabul edildiği görülmektedir.

Mahkeme ek olarak; sekiz polis memurunun da gerçekten 24 Haziran 2010 duruşmasına ifade vermek için gelemeyecekleri varsayıldığında dahi, polislerin ifadelerinin kanıt olabileceği böylesi bir davada, iş hayatının gereklerinin tanıkların mahkemede yokluklarına bir gerekçe olamayacağını vurgular. Dava dosyasında, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi’nin; polislerin mahkemeye katılıp böylece başvurucular veya avukatlarının soru sorabilecekleri bir ortam sağlamak için, başka yollar düşündüğüne dair bir kanıt yoktur. Örneğin; ilk derece mahkemesi Diyarbakır’da avukatlık yapan tarafların temsilcisine, 10 Haziran 2010’daki duruşmaya gelmesi için bilgilendirme yapabilir (böylece avukat polis memurlarına soru sorabilirdi) veya 24 Haziran 2010 günü yapılan duruşmanın tarihini değiştirebilirdi. Yukarıda yer alan düşünceler ışığında Mahkeme; ilk derece mahkemesinin, polis memurlarının ifadelerini, başvurucular ve avukatlarının olduğu bir duruşmada almaması konusunda iyi bir sebep sunamadığı kanaatindedir.

(ii) Polis memurlarının ifadelerinin başvurucuların mahkumiyetinde tek ve belirleyici bir nitelik taşıyıp taşımadığı

(iii) Savunmanın karşılaştığı engelleri tazmin edici yeterli dengeleyici faktör olup olmadığı

(iv) Sonuç

Yukarıda yer alan inceleme ışığında, yargılamanın adilliği/dürüstlüğü bütün olarak incelendiğinde, Mahkeme, savunmanın yaşadığı, özellikle gözaltını gerçekleştiren polis memurlarından A.A.K. ve G.İ.’nin ifadelerinin kullanımı sonucu ortaya çıkan savunma zorluklarını tazmin edici yeterli dengeleyici faktör olmadığı kanaatindedir.

Mahkeme böylece; Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin başvuruculara, polis memurlarının ifadelerini sorgulamak ve sorgulatmış olmayı yargılamanın hiçbir safhasında neden izin vermediğine dair gerekçelendirmenin eksikliği, mahkemenin tanık ifadeleri arasında tutarsızlıklara değinmek konusunda başarısızlığı, yargılamayı bir bütün olarak adaletsiz hale getirdiğine hükmetmiştir. İHAS m.6/1 ve 3-d’nin ihlali bulunmaktadır. Mahkeme 5’er bin euro manevi tazminata, ayrıca taraflar CMK m.311/1 uyarınca yargılamanın yenilenmesi yoluna başvurabilecekleri belirtilmiştir.

“SİLAHLARIN EŞİTLİĞİ” İLKESİ İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRMEMİZ:

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6/3-d’de düzenlenen, Ceza Yargılaması Hukukunun önemli ilkelerinden “silahların eşitliği” ilkesine göre, bir suçla itham edilen herkes; “İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme” hakkına sahiptir. Bu prensip; iddia eden taraf kadar sanığın da tanık dinletme, iddia edenin tanıklarına soru sorma ve değerlendirmede bulunma hakkına sahip olduğunu ve bu hakkın kısıtlanamayacağını anlamına gelmektedir. İHAS m.6/1; esasen tüm deliller yönünden sanığın eşit ve güçlü bir savunma yapabilme, bu kapsamda delil ortaya koyup tartışabilme hakkına sahip olduğunu güvence altına almıştır. Sanığın ve dolayısıyla müdafiinin “silahların eşitliği” ilkesinden kaynaklanan bu hakkı hiçbir durumda kısıtlanmamalı, bir an için gizli tanık, talimatla tanık dinleme, sanığın duruşma salonuna getirilmesini önleyen zorlayıcı sebep gibi durumlarda, mutlaka dürüst yargılanma ve savunma haklarını koruyan gerçek usuli güvenceler sağlanmalı, bu yolla “silahların eşitliği” ilkesine uygun olarak, sanığın maruz bırakıldığı dezavantajlı durum bertaraf edilmeli ve sanık lehine dengelenmelidir. Ceza yargılamasında maddi hakikate ve adalete ulaşmak hedeftir, gerçek aranır, ancak ne pahasına olursa olsun veya sanığın haklarının gözardı edilebileceği anlayışı asla kabul görmez ve görmemelidir. Ceza muhakemesinde; göstermelik, sadece şekilden ibaret, sonucu belli kovuşturma kabul edilemez. Bu nedenledir ki; “silahların eşitliği” ilkesi kabul edilmiş ve sanığın suçsuzluk/masumiyet karinesine saygı duyulması öngörülmüştür.

Soruşturma aşamasında ise; her ne kadar iddia eden ile suçlanan arasında “silahların eşitliği” ilkesinden kaynaklanan eşitliğin olmadığı veya hakim kararı ile savunmanın erişimine kısıtlanan dosyalarda zedelendiği ileri sürülse de, kanaatimizce şüphelinin ve müdafiinin soruşturma aşamasında dosyayı ve delilleri inceleyebilme, delil sunabilme, hatta savunmaya karşı kısıtlanan dosyalarda tutuklama tedbirine başvurulmuşsa, bunun dayanağı yapılan delilleri inceleyebilme, bunun için dosyaya erişebilme hakkı olmalı ve bu hak aktif olarak sağlanmalıdır. Soruşturma aşamasında, suçlanan şüpheliden ve müdafiinden pasif kalması beklenemez. Şüphelinin ve müdafiinin dosyayı ve delilleri inceleyebilme hakkı kısıtlanmamalı, şüpheli ve müdafii dosyaya delil sunabilmelidir. Nitekim Ceza Muhakemesi Kanunu m.160/2’ye göre; “Cumhuriyet savcısı, maddi gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adli kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür”.

“Tanımlar” başlıklı CMK m.2/1-c’ye, m.149/1’e ve m.153/1’e göre şüphelinin müdafii olduğu anlaşılan/tespit edilen avukatın; dosya inceleme ve özellikle de delilleri inceleme (dosyaya erişim hakkı) konusunda uygulamada sorunlar yaşadığı, bir suçun işlendiği iddiası için yeterli şüpheyi gösteren somut deliller olup olmadığı ve dava açılması durumunda soruşturmanın ileride “sanık” konumunu alacak şüphelinin dürüst yargılanma hakkının şimdiden korunmasının sağlanması için şüpheliye yeterli hukuki yardımda bulunamadığı görülmektedir.

Silahların eşitliği ilkesi bakımından soruşturma aşamasında da müdafiin dosyayı ve delilleri inceleyebileceği, inceletebileceği adliye içinde dosya inceleme odalarının bulunması gerekir. Bir an için CMK m.153/2 gereği savunmaya karşı incelenmesine kısıtlama getirilen dosyalarda silahların eşitliği ilkesinin zaten korunamayacağı ileri sürülse de, bu peşin hükümlü düşüncede isabet bulunmadığını söylemek isteriz. Çünkü kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kısıtlanan tutuklunun veya bir aşamaya gelen, yani artık kısıtlılığına gerek kalmayan veya kısıtlılığın devamının şüphelinin haklarını zarara uğratacağı, soruşturmanın kısıtlılığından beklenen faydanın kalmadığı veya şüphelinin korunması gereken hakları yönünden zarar verebileceğinin anlaşıldığı durumda, CMK m.153/2’de yer alan “soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek” ibaresi soyut ve basmakalıp bir gerekçe olarak kullanılmamalı, dosyanın ve delillerin şüpheli ve müdafii tarafından incelenmesi mümkün kılınmalıdır ki, böylece “silahların eşitliği” ilkesi korunacaktır.

Maddi hakikate ve adalete ulaşılmasında soruşturma işlemlerinin ve bu aşamada toplanan delillerin çok önemli olduğu tartışmasızdır. Deliller; kaybolmadan, karartılmadan ve değiştirilmeden toplanıp değerlendirilmelidir. Ancak tüm bunlar CMK m.160/2 uyarınca şüphelinin hakları gözardı edilmeden yapılmalıdır. Bu bakımdan soruşturma aşamasında da, yani duruşma hazırlığından önce, müdafiin dosyaya ve delillere erişebilmesi sağlanmalıdır.

Soruşturmanın gizliliği ve itham sisteminde iddia eden taraf olan cumhuriyet savcısının soruşturmayı yürütüp bir aşamaya getirmesinde sahip olduğu yetkiler ile henüz çelişmeli yargılamanın başlamadığı gerekçesinden hareketle, “silahların eşitliği” ilkesinin soruşturmada korunamayabileceği, bunun soyut değilse de somut gerekçelerle ortaya koyulduğu durumda soruşturma dosyayı içeriği ve delillerin savunmaya kısıtlanabileceği, somut gerekçelerle bu kısıtlılık hukuka uygun kabul edilse de, kovuşturma aşamasında “silahların eşitliği” ilkesi gözetilerek temin edilen usuli güvencelerle, soruşturmada ortaya çıkan arızalı durumların giderilebileceği, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin de konuya bu yönden baktığının anlaşıldığı düşünülebilir.

Ancak belirtmeliyiz ki; soruşturma aşamasında tutuklama tedbirinin uygulandığı veya savunmaya karşı kısıtlılığa ihtiyacın bulunmadığı veya kalmadığı, en azından tutukluluğu itiraz veya iddianamenin görevli ve yetkili mahkemece incelenmesi aşamasında, yani artık iddia makamı bakımından delil karartma veya kaybetme veya delili değiştirme ihtimalinin gündemden kalktığı aşamada, savunma tarafına dosyayı ve özellikle de suçlamanın dayanağı yapılan delilleri inceleyebilme, bunlara karşı delil inceleme raporu sunma hakkı tanınmalıdır.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Buğra Şahin

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)





URL

YORUMLAR

  • 0 Yorum