Yeni Koronavirüs Nedeniyle Şehirlerarası Ulaşıma Getirilen Kısıtlamaların Hukuka Uygunluğunun Değerlendirilmesi

Yeni Koronavirüs Nedeniyle Şehirlerarası Ulaşıma Getirilen Kısıtlamaların Hukuka Uygunluğunun Değerlendirilmesi
Editör: Konya Time
31 Mart 2020 - 17:10



COVID-19 İtalya başta olmak üzere Avrupa genelinde çok hızlı şekilde yayılmış[1] ve maalesef Türkiye de yeni Koronavirüs salgınından etkilenmiştir. Türkiye’de 30 Mart 2020 itibariyle vaka sayısı 10.827’ye, vefat sayısı da 168’e yükselmiştir[2].

Seyahat Engelleri

Ülkemizde de yeni Koronavirüs vakalarının hızla artmasının ardından İçişleri Bakanlığı genelgeleri ile bazı işletmelerin kapatılması gibi çeşitli önlemler alınmış[3], ancak bu durum vaka sayılarının ciddi derecede artmasını engelleyememiştir. 27 Mart 2020 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamaları ile yeni önlemler alındığı duyurulmuş; bu önlemler arasında şehirlerarası yapılacak yolculukların ancak valilik izni ile gerçekleştirilebileceği de belirtilmiştir[4]. Bu duyurunun ardından İçişleri Bakanlığı tarafından 28 Mart 2020 tarihli bir Genelge (“Genelge”) yayımlanarak, özellikle otobüs ve havayolu ile ulaşım sınırlandırılmıştır[5].

Genelge ile otobüs ve havayolu taşımacılığından faydalanabilmek için vatandaşların Seyahat İzin Belgesi olmadan seyahat edemeyecekleri, Seyahat İzin Belgesi’nin mülki idare amirinin başkanlığında kurulacak Seyahat İzin Kurulları tarafından verilebileceği düzenlenmiştir.

Söz konusu iznin ise ancak:

- Tedavi ihtiyaçları nedeniyle doktor kararıyla sevk edilen,

- Birinci derece yakınları vefat eden veya ağır hastalığı olanlar

- Özellikle son on beş gün içerisinde gelmiş olduğu yerde, kalacak yeri bulunmayan vatandaşlara verileceği düzenlenmiştir.

Böylesi bir önlem, vatandaşların ülke içerisinde serbestçe dolaşmalarını engellemesi sebebi ile, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (“Anayasa”) 23. Maddesinde düzenlenen seyahat hürriyetini kısıtlamaktadır.

Anayasa’nın 23. Maddesi, seyahat hakkının suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek amaçlarıyla ve ancak kanunla sınırlandırılabileceğini düzenlemektedir. Bu bağlamda, seyahat hakkını sınırlayabilmek için;

- (i) suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle veya suç işlenmesini önlemek amacıyla ve

- (ii) kanunla sınırlama yapılması gerekmektedir.

Ceza Hukuku Açısından Değerlendirme

Salgın hastalık sebebiyle seyahat hakkının sınırlanması ile suç soruşturma veya kovuşturması kavramlarını örtüştürebilmek ilk bakışta pek mümkün görünmemektedir. Ancak suçun önlenmesi amacıyla hareket edilmesi doğrultusunda Türk Ceza Kanunu’nun (“TCK”) 195. Maddesi akıllara gelecektir. Kanunun ilgili maddesindeki düzenleme aşağıdaki gibidir:

Madde 195: Bulaşıcı hastalıklardan birine yakalanmış̧ veya bu hastalıklardan ölmüş kimsenin bulunduğu yerin karantina altına alınmasına dair yetkili makamlarca alınan tedbirlere uymayan kişi, iki aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Bulaşıcı hastalık sebebiyle karantina altında bulunan kişilerin alınan karantina tedbirlerine uymaması halinde Türk Ceza Kanunu’nun (“TCK”) 195. Maddesi kapsamında suçu işlemiş olacakları açıktır. Yine karantina altında olmayan, hastalık tanısı konulmamış kişilerin de bu madde kapsamında karantina önlemlerine riayet etmesi gerekmektedir. Bu haliyle suçun oluşması için hasta olma veya karantina altına alınma şartı aranmamakta, alınan tedbirlere uymayan herkes suçun aktif süjesi olabilmektedir.

Ancak TCK’nın 195. Maddesi’nin dayanak gösterilerek seyahat hürriyetinin kısıtlanması bir çelişki, mantık hatası taşımaktadır. Söz konusu hukuki gerekçelendirmenin adımları sıralanırsa bu durum daha iyi anlaşılacaktır:

(i) TCK’da karantinaya ilişkin yetkili makamların tedbirlerine (1) uymamak suç olarak sayılmıştır.

(ii) Anayasa’da suçun önlenmesi amacıyla seyahat hürriyetini kısıtlayabilecek tedbirlerin (2) uygulanabileceği belirtilmektedir.

(iii) O zaman suçu önlemek amacıyla tedbirler (2) alınabilir.

Yukarıdaki gerekçelendirmede iki farklı tedbirden bahsedilmektedir. Bunlardan ilki suçun unsuru olan ve karantinaya ilişkin yetkili makamlarca alınacak olan tedbirlerdir. İkinci tedbir ise suç işlenmesini önlemek amacıyla seyahat özgürlüğünün sınırlandırılmasıdır. Ancak söz konusu iki tedbirin aynı tedbire karşılık geldiği söylenebilecektir. Zira seyahat hürriyetinin belirli ölçüde sınırlandırılması karantina önlemlerinin bir parçası olarak bu kapsamda alınmıştır. Başka bir deyişle yukarıdaki gerekçelendirme ister istemez bir ardılla doğrulama[6] örneği oluşturmaktadır. Bu durumda, öncül ile sonucu birbirinin kanıtı olarak kullanma şeklinde bir kısır döngü[7] (circulus vitiosus) ortaya çıkmaktadır. Gerekçelendirmedeki bu çelişki hukuk yöntemine ilişkin sorun olmanın ötesinde, ceza hukukuna hakim olan kanunilik ilkesiyle de bağdaşmamaktadır. Netice olarak bu haliyle düzenleme, kişiler için öngörülemez bir hal almaktadır.

Yine de hastalık teşhisi koyulan kişilerin bu hastalığı kasten veya taksirle başkalarına bulaştırması halinde, TCK’da düzenlenen kasten yaralama veya taksirle yaralama ve hatta hastalığın niteliğine göre kasten öldürmeye teşebbüs suçlarının işlenmiş olduğu da kabul edilebilecektir. Bu kapsamdaki seyahat özgürlüğü sınırlamalarının hukuka uygun olabileceğini söylemek mümkündür.

Anayasa’nın Sınırlama Şartları

Anayasa’da seyahat hürriyetinin kısıtlanması için öngörülen şartlar incelendiğinde, TCK kapsamındaki değerlendirmeye ilişkin bazı sorunlar ortaya çıkmaktadır. Mevcut durum açısından seyahate ilişkin sınırlamanın bir soruşturma veya kovuşturma sürecinden değil, “suç işlenmesini önlemesi amacıyla” kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ancak suç işlenmesini önlemek amacıyla karantina önlemlerinin, herkesi ve ülkenin tamamını kapsayacak şehirlerarası yolculukları kısıtlama şeklinde yapılması içerisinde bir takım sorunları barındırmaktadır.

Öncelikle söz konusu kısıtlamanın dayanağı Bakanlık genelgesidir. Bakanlık genelgesi, Anayasa’nın 23. Maddesinde öngörüldüğü üzere bir kanun niteliğinde değildir. Kendisine bu önlemleri uygulama yönünde yetki veren bir kanunun bulunmaması durumunda ise, sınırlamanın kanunla yapılabileceği şartı yerine getirilmemiş olacaktır. Bu durumda, kişilerin seyahat hürriyetleri suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle veya suç işlenmesini önlemek amacıyla sınırlandırılmadığı gibi, söz konusu sınırlama kanunla da gerçekleşmemektedir.

Gerek 5682 Sayılı Pasaport Kanunu’nun 23. Maddesi, gerekse 1593 Sayılı Umumî Hıfzıssıhha Kanunu’nun 55. Maddesi sağlık sebebiyle ülkeden çıkışların sınırlanabileceğini belirtse de, ülke içindeki şehirlerarası dolaşıma dair sınırlama içermemektedirler[8]. Bu bağlamda, şehirlerarası ulaşımın Genelgede belirtilen sebepler haricinde yasaklanmasının Anayasa’ya uygunluğundan bahsetmek mümkün gözükmemektedir.

İdare Hukuku Açısından Değerlendirme

Bakanlık genelgesi bir idari işlem niteliğindedir. İdarenin, sağlık mülahazası ile hak ve hürriyetlere bir derece sınırlandırma getirdiği düşünülürse, kolluk faaliyeti yerine getirilmektedir. Anayasa’daki temel hak ve hürriyetler, idari kolluk faaliyetinin sınırlarını oluşturmaktadır. Örneğin özel hayatın gizliliği ve konut dokunulmazlığına ilişkin sayılan genel sağlık sınırlaması seyahat hürriyeti için bir istisna olarak sayılmamıştır. Dolayısıyla karantina önlemleri kapsamında seyahat sınırlamalarını doğrudan idarenin taktirinde kabul etmek doğru görünmemektedir.

Buna karşın idari işlemler iptal edilinceye başka bir deyişle aksi ispat edilinceye dek, kadar hukuka uygunluk karinesinden yararlanmaktadır. Bu doğrultuda gerçekleştirilen eylemler de bu sayede hukuka uygun kabul edilmekte ve meşruiyet kazanmaktadır. Ancak söz konusu idari işlemlerin iptal ve tam yargı davalarına konu olması söz konusu olabilmektedir.

Seyahat İzin Kurullarının yapılan bir başvuruyu reddetmesi halinde, ilgili kararın iptali için dava açmak mümkün olduğu gibi, Genelgeye aykırı davranılması sebebiyle idari para cezası gibi yaptırımların uygulanması halinde de söz konusu yaptırımların iptali mahkemelerden istenebilecektir.

Anayasa’ya aykırı şekilde seyahat hakkı kısıtlanan bireylerin, bu nedenle uğramış oldukları maddi ve manevi zararlar nedeniyle de idareye karşı iptal ve tam yargı davası açması mümkün olabilecektir.

Ancak Anayasa’nın 125. Maddesi kapsamında genel sağlık mülahazası dikkate alınırsa söz konusu idari işlemlere karşı yürütmenin durdurulması taleplerinin dikkate alınmayacağını kabul etmek gerekmektedir.

Değerlendirme

Elbette, yeni Koronavirüs gibi bütün dünyada etkisini gösteren ve pandemi niteliğinde olan bir hastalığın mücadelesi için, anayasal haklardan olan yaşam hakkı ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını korumak adına çeşitli önlemlerin alınması gerektiği tartışmasızdır. Seyahat hürriyetinin belirli ölçüde sınırlandırılması da bu kapsamda amaca uygun, etkili ve orantılı bir müdahale özelliği taşımaktadır.

Ancak, yukarıda belirtilen açıklamalar da dikkate alındığında, seyahat hürriyeti kapsamında alınacak önlemlerin Anayasa’ya uygun olarak uygulanabilmesi için olağanüstü hâl ilan edilmesi gerekmektedir. Anayasa’nın 119. Maddesinde düzenlenen olağanüstü hâl düzenlemesi, tehlikeli bir salgın hastalığın ortaya çıkması durumunda Cumhurbaşkanı’na olağanüstü hâl ilan etme hakkını tanımaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi olarak ilan edilen ve ülkemizde de olumsuz etkilerini hızla gösteren COVID-19 ile mücadele için olağanüstü hâl kararının alınması da hukuka uygun olarak kabul edilebilecektir. Olağanüstü hâl ilan edilmesi ile, Anayasa’nın 15. Maddesi kapsamında, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilecektir. Bu bağlamda şehirlerarası seyahati sınırlama gibi çeşitli önlemlerin alınması da anayasa hukuku açısından kabul edilebilir bir hale bürünecektir.

Av. Mustafa Bilgin

Av. Oğuz Ateş





URL

YORUMLAR

  • 0 Yorum